Safa Çağlar - Baytekin Kara - Ulucanlar Cezaevi

Safa Çağlar


ULUCANLAR CEZAEVİ


* " Yiyin Efendiler Yiyin."

Ulucanlar Cezaevi Müzesi.

Günler ayrılması gereken bir geziyi, sınırlı saatlerde tamamlayınca, ilk aklıma gelen Tevfik Fikret'in "Yiyin Efendiler Yiyin" şiiri oldu. Ve eve dönüşümde, çalışma masama oturduğumda, defalarca şiiri okudum, defalarca Cem Karaca'dan bestelenmiş halini, defalarca Rutkay Aziz okumasını dinledim. Efendilerin yemesi içmesi, insanlığın varoluşundan bu yana, hep yaşanmış, hep anlatılmış.

Bilirsiniz, çok kullanılan bir söz vardır, Georg Büchner'in kahramanı Danton'a ettirdiği söz . "ihtilal satürn gibidir, kendi evlatlarını yer." Sonrasında sistemlerin insanlarına zarar verme dönemlerinde hep kullanılır olmuştur.

Cengiz Aytmatov'un, Cengiz Han'a 'Küsen Bulut' kitabındaki satırları da ilginçtir. "Devletin çıkarlarından daha önemli ne olabilirdi? Bazıları insan hayatının önemli olduğunu sanıyorlardı... Ne laf ya! Devlet bir sobadır ve yakıtı da yalnız insandır. Yakılacak insan olmazsa soba söner. Sönen, yanmayan sobanın da hiç bir yararı yoktur. Ama öte yandan bu insanlar devlet olmadan yaşayamazlar: Sobayı tutuşturan, yakan, onlardır. Sobayı yanar tutmakla görevli olanlar da ona yakıt temin etmeliydiler. Her şey buna bağlı."

Gezdiğim yer, müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi. Kimler gelip geçmemiş ki bu mekandan. O kadar büyük ve önemli bir isimler listesi ki bu, bir tekinin bile ihmal edilme ihtimali, beni bu yazıda isim yazmaktan alıkoydu. Kimleri yememişiz ki, kimleri yememiş ki sistem.

Yiyip içmenin en kanlısı; en ızdıraplısı, en telafisi mümkün olmayanı, en insafsızı, en acımasızı, en utanılası olanı. İnsanın, sistemin daha ulvi değerleri için kendi insanlarını yemesi. İnsanlık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Unutulan, unutturulmaya çalışılan örnekleriyle. Bu utanca dahil olanlar, ömürleri boyunca yüzleşmekten kaçınırlar gerçeklerle, ya da geçiştirmeye çalışırlar. Bu sonuçların ortaya çıkmasında hiç veballeri yokmuş gibi, şartlar onu gerektirmiştir, o dönemin koşullarında meseleyi değerlendirmek gerekmektedir.

Sergilenen idam yaftalarının Müzeye tesliminde konuşan Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki bakın neler diyor, ''Millet olarak hafızaları silmek için, geçmişten gelen izleri yok ediyoruz, yakıyoruz. Sizin kırk yıl boyunca bu yaftaları muhafaza etmeniz son derece önemlidir. Bugün sizin getirdiğiniz bu yaftaların sahipleri dahil şu an altında bulunduğumuz bu çınarın altında birçok kişi idam edildi. O gün idam suçu olan, bugün suç olarak dahi görülmüyor."

Hani şu meşhur söze konu olan "Sallandıracaksın Sultanahmet / Taksim meydanında bir kaçını" yaklaşımının yaşamımızdaki yerinin çok da eskilerde olmadığını bir okumamda öğrendiğimde irkilmiştim.

Biliyor musunuz? İbret olsun diye, çoluk çocuk seyrine gidilen, meydanlarda adam sallandırmak gibi iğrenç uygulamanın ancak 1960 yılında yaşamımızdan çıkabilmiş olduğunu. 24 Aralık 1960 tarihinde, soğuk bir kış sabahı, Eminönü Meydanında toplaşan İstanbul halkı, ülke tarihinin son halka açık idam infazına tanıklık ediyordu. İdam edilen kişi, iki çuval tüccarının katili Börekçi Ali'den başkası değildir. Börekçi Ali'nin cesedi, beş buçuk saat meydanda kalır. Ve hala bugün bile bunu özleyenlerimiz, isteyenlerimiz var. Hala idam cezasının yasalarımızda yeniden yer almasını arzulayanlarımız, dillendirenlerimiz var.

İstiklal Mahkemeleri sonuçlarını dışarda bırakırsak, 1920'den bu yana on beşi kadın, 712 kişi idam edilmiş. 1960'da idamlar Büyük Millet Meclisi'ne kadar uzanmış. 1970'lerde de üçe üç nidalarıyla ilmikler atılmış boyunlara, "Asmayalım da besleyelim mi?"lerle 1984'e kadar sürdürmüşüz insanımıza böyle davranmayı. 1984 / 2004 arası hiç bir hüküm Mecliste onaylanmamış, 2004'de de anayasada yapılan düzenleme ile yasalarımızdan ölüm cezası kaldırıldı. Hala yüreklerinde, beyinlerinde idam cezası özlemini duyanları aramızda bırakarak.

Nice hayatlar söndürülmüş, nice ocakların tütmez olması sağlanmıştır. Milyonlarca gözde gözyaşı kan olmuştur.

Şimdilerde Ulucanlar Cezaevi müzesinde, İdam Sehpalarını sergiliyoruz, bilinsin, görülsün, ibret alınsın diye.

Hangisini anlatmaya çalışırsan çalış, insanın insana ettiğinin bütün ipuçlarını taşıyan hapishane öykülerimizin tümü etkileyici, tümü insanımıza dair, tümü bizden.

Ülkemiz; bu güzel, kahreden, yalnız, mahzun, hüzünlü ve bizim olan ülkemiz. Bir yerlerinde bize bunları düşündüren bir teşhir müzemiz, Ulucanlar Cezaevi Müzemiz var, izliyoruz, görüyoruz, etkileniyoruz, bir yanımızda hala yeme içme devam etmekte, cezaevlerimiz gazetecilerle dolu. İnsanımız haklarının peşinde açlık grevlerinde .

İnsanın insana ettiği, sistemin insana ettiği, gazete manşetlerinden hiç eksik olmamakta. Yıl 2023.


Fotoğraf : Safa Çağlar
Yazı : Baytekin Kara

* Tevfik Fikret 1867/1915


Yusuf Aslan - Erhan Demiralp - Anılarda

Yusuf Aslan

ANILARDA

Savrulmuş, uzak diyarlara

Belki bahar zamanı, belki de ilk göz ağrısı.

Söylenen nağmeler, aşk mısraları,

O duruş, ne saklıyor,

Kim bilir


Hak için verilen kavgalar,

Bıraktığı derin yaralar

Yaşananlar, yaşanamayanlar

O yürekte, ne hasret var

Kim duyar


Şimdi sadece anılar var

Anılar, taş duvarlarda izleri,

bazısı silik, derin bazısı.

Heyecanlar, düş kırıklıkları

Bu efkar nedendir

Kim anlar


Fotoğraf : Yusuf Aslan
Şiir : Erhan Demiralp / 13 Ağustos 2023 Pazar Üsküdar

Prof.Dr. Sabit Kalfagil - Doğan Alpay - İstanbul

Prof.Dr. Sabit Kalfagil

 

İSTANBUL

İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı.” diye başlamış ünlü şairimiz. Kalemiyle İstanbul’u anlatmış. Edebiyatla ya da sanatla ucundan kenarından ilgisi olan hemen herkes, bu şiiri bilir ve her duyduğumuzda İstanbul bir başka canlanır zihnimizde.

İstanbul'u anlatmak, her sanatçının derdi olmuştur aslında ve hocaların hocası rahmetli Prof.Dr. Sabit Kalfagil de İstanbul’u fotoğraflarıyla anlatmış. Fotoğraflarında İstanbul’u tüm nostaljisiyle bize yansıtmış.

1960 lı yıllar, İstanbul ve Boynuzlu Otobüs, İstanbul'un simgesiydi.

1961 Ortaköy doğumluyum, o yılları İstanbul’da yaşamak bir ayrıcalık. O yılların İstanbul'u muhteşemdi. Çocuk yaşta bile, son derece keyifli bir şehirdi İstanbul. Boynuzlu otobüsüyle Chevrolet dolmuşlarıyla, Galata Köprüsüyle, At Arabalarıyla ve hatta belki de biraz reklam olacak ama o yıllarda Galata Köprüsünde Yapı ve Kredi Bankası dışında reklam tabelası da görmezdik. Elektrikle çalışan bu otobüsler, sık sık elektrikler kesildiği için, peş peşe dizilip, elektriklerin gelmesini beklerdi. Kimi zaman, yolda giderken boynuzu çıkar, yolda kalırdı. Vatman, inip otobüsün arkasındaki boynuza bağlı ip yardımıyla yukarıdaki hatta yine takardı boynuzu.

Prof.Dr. Sabit Kalfagil fotoğraflarını her izlediğimde, o yıllara gidiyorum. Öyle fotoğraflar ki bütün fotoğraf tekniklerini içinde barındıran, insanın izledikçe izleyesi gelen fotoğraflar. İzleyeni içine çeken, adeta o yıllarda yaşatan fotoğraflar. Ondan daha öğrenecek çok şeyimiz vardı, erken aramızdan ayrıldı.

Nurlar içinde yat hocam, rahmet ve minnetle anıyorum.

Fotoğraf : Prof.Dr. Sabit Kalfagil
Yazı : Doğan Alpay / Ağustos 2023