Prof.Dr. Osman Ürper - Fatma Şanlı - Sonbahar

Prof.Dr. Osman Ürper
SONBAHAR

En sevilen mevsim hangisidir acaba, benim için Sonbahar.

İlkbaharı, yazı, kışı sevmez mi insan, hepsi doğanın ayrı bir mucizesi elbette. Her mevsimin ayrı güzelliği ve insana verdiği enerjisi vardır ama sonbahar başka...

Bir mevsim, ancak bu kadar farklı duyguyu bir arada yaşatır insana. Kimi zaman aşkı, huzuru, sessizliği, dinginliği. Kimi zaman hüznü, ayrılıkları, yalnızlığı...

Bazen başlangıçları, bazen bitişleri.
Aslında bir bitiş değil, yepyeni bir hayatın başlangıcıdır.

Sonbahar hüzün mevsimidir derler. Sevinci de beraberinde barındırır hüzün. Yaprakların dökülmesidir belki hüznü çağrıştıran. Ama yaprakların yenilenme zamanı gelmiştir. İşte bu yüzden, hüzünlenmem ben Sonbaharda. Yenilenmenin başlaması için, üzerimizdeki yüklerin gitmesi gerekir. Tıpkı, yorgun yaprakların, yenilenebilmesi için, ağacı terk ettiği gibi. Çünkü, dökülen her yaprak yeni bir başlangıçtır. Yağmurlar başlayınca tarif edilemez bir huzur dolar kalbe. Yağmurlu bir sonbahar sabahında parkta yürürken, yağmur damlalarının yapraklar üzerindeki çıtırtısını, kuşların melodik ötüşlerini, rüzgarın hafif esintisini dinlemek, ağaçların renklerinin sarıdan kırmızıya dönüşen rengarenk manzarayı izlemek, zihni sakinleştirmenin en güzel yoludur.

En güzel şiirler sonbahara yazılmıştır. Aşk filmleri sonbahara daha çok yakışır...

O kadar sarışın ve o kadar alev ki rengi, sırf bunun için bile sevebilir insan sonbahar mevsimini.

Fotoğraf : Prof.Dr. Osman Ürper
Yazı : Fatma Şanlı

 

Gül Yıldız - Kaan Aksoy - Köprü

Gül Yıldız

KÖPRÜ

Sabah kalktı. Yürümeye başladı. Serin bir sonbahar sabahında daha taze hava için nehir kenarına yöneldi. Uzaktan görünen köprü cezbetti. Yürürken gözü köprünün çizgilerine takıldı. Köprüye gidecekti.

İnsanoğlu…

Bugün o büyük köprüde yürürken başımızı göğe kaldırdığımızda, o yüce yapıyı gördüğümüzde bir yandan ihtişamı hissederken, bir yandan zafer sarhoşluğunun sisi içinde kaybolmuş hissediyoruz. Üzerinde yürürken, her adımımızı attığımızda, ayak bastığımız yapı, adeta bilimin ve mühendisliğin bir yapıtı. Her adımda sarsılmazlığını ve dayanıklılığını hissediyoruz. Öyle ki, etkilenmemek imkansız. İmkansız, zafer sarhoşluğu içinde kaybolduğumuzda hayranlık duymamız. Kendimize hayran kaldığımızda, keşiflerimizle ne kadar narsist oluyoruz. Kısa hayatımızda, kısa düşünüyoruz.

Bu hayatta, büyük olmak için, ihtişam için ve kalıcı olmak için nice emek ortaya konuluyor. Asıl bilgiye ulaşmak için sarf edilen çabaya gösteriş hevesi karıştığında gidilen yol gerçek hedefini ıskalamaya başlıyor. İnsan, somut ve soyut yapıtlarının gölgesinde mi olmalı. Köprü, anıt veya başka bir isimle anılan yapıt, onu meydana getiren insanın ya da onun sunulduğu insanların mı gölgesinde olmalı. İlerlediğimiz yolda, başka heveslere kapılarak yola çıkış amacımızı mı unutuyoruz. Nereden geldik. Nereye gidiyoruz. Çoğu zaman ikisini de unutuyoruz.

İnsanoğlu…

Köprüyü geçti. Nehrin karşısında bir kafeye oturdu. Bir kahveyle, bir kek söyledi. Ağzına attığı yaban meyveli kek parçası üzerine yudumladığı arabica çekirdek kahvesiyle aldığı hazzı, nehri ve üzerindeki köprüyü izleme keyfiyle birleştirdi.


Fotoğraf : Gül Yıldız
Yazı : Kaan Aksoy