Serkan Turaç - Serra Kemmer - Cadde-i Kebir Ayazı

 

Serkan Turaç

CADDE-İ KEBİR AYAZI

Zaten ıssızdı artık Cadde-i Kebir. Buz gibi de soğuk.

Lebon uçmuş gitmiş. Markiz ağlamaklı. Karaca Tiyatrosu çoktan kül olmuş. Yüreğim kıpır kıpır, caddeye çıkmışım oysa. Aramak için gençliğimi, çocukluğumu bu soğukta. Durup kafamı kaldırdım, Narmanlı’ya şöyle bir baktım. Aliye, kapıdan çıkacak sandım. İçim sızladı; bir kuruluk ağzımda, öyle bir acı var ki dilimde damağımda, yüreğimde. Başladım yalanmaya, sanırsın üç dakika önce İnci’nin profiterolünü mideye indirmişim de, kalan çikolata sosunu yalıyorum dudaklarımın kenarında. “Bu ne yalanıp duruyor aygın baygın” diye bakıyor yanımdan geçen adam. Sorsan, ne Narmanlı’yı bilir, ne de Aliye’yi. “Ahanda işte burası, bak İstiklal caddesi” der üç metre arkasından seke seke koşuşturan kara çarşafa dolanmış hanımına. Gösterir o meşhur Beyoğlu’nu.

Zaten ıssızdı dedim ya. Bir de Tramvay çıngır çıngır aldı götürdü onu benden. O koca soğukta, beni bir başıma bıraktı. Şemsiyem kaldı elimde. Onu bile doğru dürüst elimde tutamadım işte. Yalanıp durdum karda kıyamette.


Fotoğraf : Serkan Turaç
Öykü : Serra Kemmer / 10 Ağustos 2023, Moda


Faruk Akbaş - Canan Tor - Şükür Yemeği

Faruk Akbaş

 

ŞÜKÜR YEMEĞİ

Ekim ayının ilk pazar günü.

Geniş bir ovanın içinden akan derenin, denizle buluştuğu plajda, yirmi dev kazan kondu gecenin dördünde ateşin üzerine. Hazırlıklar bir hafta öncesinden başlamıştı. Tüm köylü, imece usulü ve muhtarlığın organizasyonu ile yemek pişirme işine girişti. Muhtarlık, arazözlerle yemeğin verileceği plaja kullanılacak suyu taşıdı. Belediye, beyaz masa ve kırmızı plastik sandalyeleri gönderdi. Ses sistemi, hocanın oturacağı masanın yakınına kuruldu. Yemeklerin verileceği köpükten tabakların dağıtım işi organize edildi. İçecek su, ayran, meşrubat masalara dağıtıldı. Ekmekler masaların üzerinde yerini aldı. Bu arada köylünün beş gruba ayrılarak pişirdiği etli nohut, pirinç pilavı, haşhaşlı irmik helvası, keşkek, kazanlarda ağzı kapalı bir şekilde bekliyordu. Kazanlar güçlü, kuvvetli ve dikkatli ellerle ateşlerin üzerinden alınıp, kadınların rahatlıkla servis yapacağı yerlere taşındı. Saat on bir gibi, artık her şey hazırdı.

Kazanların üzerinde pişirildiği ateşlerin çoğu söndürülmüş, ancak ikisi hala sıcak su elde etmek için yanmaya devam ediyordu. Her ne kadar, tabak ve çatal, kaşık kısmı çöpe atılsa da yıkanması gereken dev kazanlar vardı. Yıkama işini yapacak kadınlardan oluşan ekip de hazırdı. Belediyenin temizlik işçileri ve çöp arabası da plajın kumlarının üzerine konuşlanmıştı.

Deniz de bugün çok güzeldi. Çocukların rahatça oynayabileceği, girip çıkıp koşturabileceği, denizin dalgalarıyla oynayacağı sığ sular, bugün ürkütmüyordu. Oysa yirmi dört yıl önce yaşananlar...

Fırtına ile birlikte denizden gelen bir hortum, köylünün serasını, tarladaki ürününü, evini, barkını yerle bir etmiş, sürüsünü darmadağın bırakmıştı. Can korkusunu attıktan sonra durumu kavrayan köy halkı, çaresizce ortalığı toplamaya, hayvanlarına ulaşmaya, tarlasına, serasına, evine bakmaya koşmuştu. Neyse ki can kaybı yoktu. Ancak, satacak mahsul darma duman olmuştu. Muhtarlığın çabasıyla tüm köylü elde avuçta kalanlarla bir aş pişirdi ve paylaştı. İşte o aş bugün yirmi dördüncüsü düzenlenen ve artık herkesle paylaşılan bir aşa dönüştü, gelenekselleşti.

Güneş tam tepeye ulaşmaya başlamıştı. Ortalık cıvıl cıvıldı. Hoca da gelmişti. Yemek sırasına girmeye başladı köylüler. Üç saat boyunca çevre köylerden, şehirden gelen herkes sırasıyla karnını doyurdu. Artık sıra duaya gelmişti. Hoca mikrofonu eline aldı ve gür sesiyle afet ve felaketlere karşı şükür duası yaptı. Bu arada, tüm köylüler ellerini havaya açarak şükür duasına katıldılar. Hoca duaya devam etti; bu sefer herkesin havaya açılan ellerinin avuç içleri yere bakacak şekilde toprağa döndü. Dua yağmur duasına dönüştü. Ritüelin tamamlanmasının ardından, tüm köylünün bir aradaki sohbeti, geç vakitlere kadar devam etti.

Fotoğraf : Faruk Akbaş
Öykü : Canan TOR / 26 Eylül 2023 / Fethiye


Ali Balkı - Ayşe Sönmez - Ben

Ali Balkı

BEN

Varlığımı sorgularken, çıktığım zirve, sanki bana bulutlara çıkmamı öğütler gibiydi. Dayanılmaz hafiflikteki tül, kanatlarımın yetersiz olacağını fısıldıyordu benliğime. Oysaki ben, her şeyi bildiğimi sandım hep. Tül, sakın bensiz hareket etme, bana çok mecbursun unutma diye fısıldıyordu. Beni bekleyen bulut ise, “Varoluşuna dair asıl ipuçları benim bedenimdeki su zerrelerinde” der gibiydi. Kararsızlığım mavi derinliklerin girdabında çığlık çığlığa koşuşturmaya başladı. Oysaki ben hepsiydim.

Fotoğraf : Ali Balkı
Deneme : Ayşe Sönmez