Hürriyet Akın - Baytekin Kara - Satmıyorum

Hürriyet Akın

 

SATMIYORUM

Hatırlamıyordu bile, ne zaman, nasıl. Kendini bildi bileli kuşları vardı ve adı kuşbaza çıkmıştı bir kez.

Kuş mezatında rastladım ona, kuşları ellerinde sıraya girmiş, sırasının gelmesini bekliyordu. Yüzlerce kuşbaz kuyruktaydı, o da aralarında. Kuşbazların çeşit çeşit kuşları kafeslerinde ya da ellerinde.

Yüksekçe bir yerde mezatı yöneten birileri vardı. Çevresinde düzensiz yerleştirilmiş sandalyelerde, okul sıralarında ve taburelerde alıcılar, kuşbazlar, ilgilenenler, meraklılar, fotoğrafçılar, günün nafakasının peşinde seyyar satıcılar, göz alıcı bir temaşa.

Sırası gelen, mezatta satış yapabilen, üç beş Allah ne verdiyse avuçlarında, kimileri memnun, kimileri çaresiz, geride bıraktıklarının hüznü suratlarında, ortalıktan kayboluveriyordu hemen.

Satış sırasındaki bir kişinin sırası yaklaştıkça, sırasını arkasındakine vererek sürekli geri geri geçmesi, arkasındakilerle sürekli yer değiştirmesi dikkatimi çekti.

Bir, iki, üç...

Defalarca mezat sırası geldi, defalarca sırasını arkasındakilere verdi. İki güvercin avuçlarında, elleri kıçında. Yüzü endişeli, kararsız, ne yapacağını bilmez hali hemen seziliyor.

Saatlerce seyrettim, mezat akşamüzeri bitti. Bizimki mezata katılmamıştı, neredeyse gün boyu sırada beklemiş, sırası geldiğinde her defasında gerilere geçmiş, günü tamamlamıştı.

Mezat bitti. Yüzündeki endişeli, kararsız, ne yapacağını bilmez hal gitmiş yerine mutlu, kararlı, istediğini yapabilmenin sevinciyle aydınlanmış ışıl ışıl ışıldayan gözleri gelmişti.

Satmamıştı işte. Bu mezatta da satmamıştı. Alaca'yı ve Lapacı'yı. Bir hafta daha, bir hafta daha. Sonrası Allah kerim.

Mutluluğu her halinden belli oluyordu.

Duymuştum. “Kuşbaza kız verilmez” sözünü.

Sevgileri kuşlaradır ve sevgilerini paylaşmayı bilmezler diyedir.


Fotoğraf : Hürriyet Akın
Öykü : Baytekin Kara


Timurtaş Onan - Figen Özkan - Bilmiyorum

 

Timurtaş Onan

BİLMİYORUM


Ne zaman geldin?

Az önce.

Neden geç kaldın?

Geze geze geldim. Özlemişim.

Sen her zaman geç kalırdın, bu yüzden babamdan azar işiten de ben olurdum.

Geç kalan ben değildim aslında. Arkadaşlarınla beraberken şurada bekle derdin ve gelmezdin.

Ben de dönerken yolu karıştırır senden sonra eve gelirdim. Nasılsın?

Eh işte.

Uzun zaman oldu.

Sahi ne kadar oldu?

Bilmem, yıllar çabuk geçiyor.

Bizi bırakıp gittiğine değdi mi?

Kısa süren sessizlikten sonra.

Şu giysiler kimin?

Bilmiyorum.

Şu yangın?

Allahtan evde kimse yokmuş.

Neredeydiler?

Ninem ve dedem vefat edince bizimkiler memlekete gitmişler.

Sonra?

Sonrası yanmış işte...

Gelip kontrol etmedin mi?

Geldim. Geldim de, çok sonra.

Sen her zaman böyleydin.

Nasıl?

Bu giysiler kimin?

Bilmiyorum.

Pencereleri tahta ile kapatmışlar. Neden acaba?

Bilmiyorum.

Ninem.

Ne olmuş nineme?

Perdeleri… Beyaz, renk renk kanaviçeli, uçlarında da dantelleri… Rüzgârda yeni gelin gibi salınan perdeleri… Hatırladın mı?

Hı hıı…

Başında oyalı, renkli tülbenti ile arada bir perdeyi aralayıp Hala yorulmadınız mı? diye seslenişi... Tereyağlı ekmekler hazır çocuklar...” Şimdi kızacağım ama hadi… Hatırlamadın mı?

Reçelli ekmek.

Anlamadım!

Ben, reçelli ekmek severdim. Ninem de, sen zayıf olduğundan hep tereyağlı yapardı.

Merdivenlerin demir korkuluklarına ne olmuş?

Bilmiyorum.

Tutuna tutuna iner, bir elinde ekmekler, bir elinde tahta kaşık. Biz de kömürlüğe kaçardık. Şekerler.

Şekerler mi?

Mahallenin çocuklarına mum ışığında Hacivat Karagöz oynatır, karşılığında şekerleri toplardık.

Evettt, bana vermezdin. Gider başka çocuklara dağıtırdın.

Sen de kazı kazanda kazandığın gofretleri bana vermezdin.

İyi, tamam. Sen hep böyleydin.

Nasıldım?

Bu giysiler kimin?

Bilmiyorum dedim ya!

Kiraz ağacı vardı. Ona da ne olduğunu bilmiyorsundur?

Ayşe. Hatırladım.

Fatma Teyzenin küçük kızı mı?

Evet

Sana aşıktı.

Sahi öyle miydi.

Ben de ona.

Bu giysiler kimin acaba?

Bilmiyorum dedim ya! Kaç kere soracaksın?


Fotoğraf : Timurtaş Onan
Öykü : Figen Özkan


Aykan Özener - Aydanur Atamdede - Utandıran Fotoğraflar

Aykan Özener

UTANDIRAN FOTOĞRAFLAR

Yanıp sönen ışıklarıyla, haydi kalk, doğa seni bekliyor, poşetini unutma, eldiven de al yanına, insanların keyif yapayım derken doğaya bıraktıkları çöpleri topla diye beni ısrarla uyarıyordu güzel saatim. Gözlerimi açtım, ama her zamanki güzel enerjimle sabahım güzel, mutlu, umutlu ve neşeli olsun diye saatimin aksine tüm pozitif enerjimle kalktım yatağımdan. Perdemi açar açmaz, güneşin doğmaya yakın uzantıları geliyorum dedi.. Güzel bir hava neden almayayım, aç pencereni Seçil dedim ve içime o güzel havayı çektim.

Şimdi doğada, elimde eldivenlerim ve poşetimle, hem tempolu adımlarla yürüyerek sabah sporumu yapıyor, hem de gözlerimle çevreyi tarayarak elimdeki poşete, insanların bıraktıkları şişeler, cips ve içecek kutuları, plastik poşetler gibi atıkları topluyordum. Her gün mü atılır bunlar diye söylenirken, ıslanmış kuru yapraklar üzerinde, kim bilir ne için çekilmiş fotoğraftaki kadınla ve genç çocukla göz göze geldim. Ana oğul mu, abla kardeş de olabilir. Etrafa saçılmış başka fotoğrafları da görünce eğildim ve dokunamadan baktım sadece.

Ne kadar baktım bilmiyorum. Sonra, her gün gazetelerde çıkan insan kaçakçıları ile ilgili haberleri ve babaanemlerin yaşadığı zorlu göç yolculuğunu hatırladım. Babaannem ağlayarak, göç yollarındaki zorlu yürüyüşleri sonrasında Dramadan trenle Selanik’e oradan gemi ile İzmir’e geldiklerini, doğduğu topraklara veda edişini, komşularıyla ayrı düşmelerini, kiminin bir mendilini, kiminin bir yazmasını, kiminin bir fotoğrafını işaret olsun diye geçtikleri yollara bıraktıklarını anlatırdı bize.

Bu fotoğrafların da mülteciler tarafından göç yollarına bırakıldığı duygusu ile sarsıldım ve kendimden utandım...

Fotoğraf : Aykan Özener
Öykü : Aydanur Atamdede / Ağustos 2023