Hürriyet Akın |
SATMIYORUM
Öykü : Baytekin Kara
Timurtaş Onan |
BİLMİYORUM
Ne
zaman geldin?
Az önce.
Neden geç kaldın?
Geze geze geldim. Özlemişim.
Sen her zaman geç kalırdın, bu yüzden babamdan azar işiten de ben olurdum.
Geç kalan ben değildim aslında. Arkadaşlarınla beraberken şurada bekle derdin ve gelmezdin.
Ben de dönerken yolu karıştırır senden sonra eve gelirdim. Nasılsın?
Eh işte.
Uzun zaman oldu.
Sahi ne kadar oldu?
Bilmem, yıllar çabuk geçiyor.
Bizi bırakıp gittiğine değdi mi?
Kısa süren sessizlikten sonra.
Şu giysiler kimin?
Bilmiyorum.
Şu yangın?
Allahtan evde kimse yokmuş.
Neredeydiler?
Ninem ve dedem vefat edince bizimkiler memlekete gitmişler.
Sonra?
Sonrası yanmış işte...
Gelip kontrol etmedin mi?
Geldim. Geldim de, çok sonra.
Sen her zaman böyleydin.
Nasıl?
Bu giysiler kimin?
Bilmiyorum.
Pencereleri tahta ile kapatmışlar. Neden acaba?
Bilmiyorum.
Ninem.
Ne olmuş nineme?
Perdeleri… Beyaz, renk renk kanaviçeli, uçlarında da dantelleri… Rüzgârda yeni gelin gibi salınan perdeleri… Hatırladın mı?
Hı hıı…
Başında oyalı, renkli tülbenti ile arada bir perdeyi aralayıp “Hala yorulmadınız mı? diye seslenişi... “Tereyağlı ekmekler hazır çocuklar...” Şimdi kızacağım ama hadi… Hatırlamadın mı?
Reçelli ekmek.
Anlamadım!
Ben, reçelli ekmek severdim. Ninem de, sen zayıf olduğundan hep tereyağlı yapardı.
Merdivenlerin demir korkuluklarına ne olmuş?
Bilmiyorum.
Tutuna tutuna iner, bir elinde ekmekler, bir elinde tahta kaşık. Biz de kömürlüğe kaçardık. Şekerler.
Şekerler mi?
Mahallenin çocuklarına mum ışığında Hacivat Karagöz oynatır, karşılığında şekerleri toplardık.
Evettt, bana vermezdin. Gider başka çocuklara dağıtırdın.
Sen de kazı kazanda kazandığın gofretleri bana vermezdin.
İyi, tamam. Sen hep böyleydin.
Nasıldım?
Bu giysiler kimin?
Bilmiyorum dedim ya!
Kiraz ağacı vardı. Ona da ne olduğunu bilmiyorsundur?
Ayşe. Hatırladım.
Fatma Teyzenin küçük kızı mı?
Evet
Sana aşıktı.
Sahi öyle miydi.
Ben de ona.
Bu giysiler kimin acaba?
Bilmiyorum dedim ya! Kaç kere soracaksın?
Fotoğraf
: Timurtaş Onan
Öykü
: Figen Özkan
Aykan Özener |
Yanıp sönen ışıklarıyla, haydi kalk, doğa seni bekliyor, poşetini unutma, eldiven de al yanına, insanların keyif yapayım derken doğaya bıraktıkları çöpleri topla diye beni ısrarla uyarıyordu güzel saatim. Gözlerimi açtım, ama her zamanki güzel enerjimle sabahım güzel, mutlu, umutlu ve neşeli olsun diye saatimin aksine tüm pozitif enerjimle kalktım yatağımdan. Perdemi açar açmaz, güneşin doğmaya yakın uzantıları geliyorum dedi.. Güzel bir hava neden almayayım, aç pencereni Seçil dedim ve içime o güzel havayı çektim.
Şimdi doğada, elimde eldivenlerim ve poşetimle, hem tempolu adımlarla yürüyerek sabah sporumu yapıyor, hem de gözlerimle çevreyi tarayarak elimdeki poşete, insanların bıraktıkları şişeler, cips ve içecek kutuları, plastik poşetler gibi atıkları topluyordum. Her gün mü atılır bunlar diye söylenirken, ıslanmış kuru yapraklar üzerinde, kim bilir ne için çekilmiş fotoğraftaki kadınla ve genç çocukla göz göze geldim. Ana oğul mu, abla kardeş de olabilir. Etrafa saçılmış başka fotoğrafları da görünce eğildim ve dokunamadan baktım sadece.
Ne kadar baktım bilmiyorum. Sonra, her gün gazetelerde çıkan insan kaçakçıları ile ilgili haberleri ve babaanemlerin yaşadığı zorlu göç yolculuğunu hatırladım. Babaannem ağlayarak, göç yollarındaki zorlu yürüyüşleri sonrasında Dramadan trenle Selanik’e oradan gemi ile İzmir’e geldiklerini, doğduğu topraklara veda edişini, komşularıyla ayrı düşmelerini, kiminin bir mendilini, kiminin bir yazmasını, kiminin bir fotoğrafını işaret olsun diye geçtikleri yollara bıraktıklarını anlatırdı bize.
Bu fotoğrafların da mülteciler tarafından göç yollarına bırakıldığı duygusu ile sarsıldım ve kendimden utandım...
Fotoğraf
: Aykan Özener
Öykü : Aydanur Atamdede / Ağustos 2023