![]() |
Ercan Arslan |
![]() |
Dora Günel |
Yıllarım bu kanunu çalmakla geçti.
Konservatuar eğitimiyle başlayan meslek aşkım sayesinde, uzun geceler boyunca kanunumu hep mutlu ve keyifle çaldım. Program bitip, sahneden inince çok yorulduğumu anlar ve bir an önce kendimi yatağa atmak isterdim. Ancak, evin yolu tıpkı gece gibi uzadıkça uzardı.
Kimlere çalmadım ki; en büyük gazinolarda, en ünlü assolistlere, en güzel besteleri çalarak geçti gençliğim. Meşk içinde geçen yılların sonunda, kanunum ve ben yalnız kaldık. Arada, arayıp hal hatır soranlar oluyor, ancak, gel bu gece meşk edelim, çalalım, söyleyelim diyen olmuyordu.
İç sesimin artık beni kim dinler diyen zamanlarımda, bir akşamüstü ortanca torunum çıkageldi. Sarılıp, kucaklaşıp, hoş sohbet sonrası torunum, “Dedecim ben seni ve kanununu çok özledim. Lütfen bana çalar mısın?” deyince çok mutlu oldum.
Torunumdan önce bir söz aldım.
Güzel bir çay koyacak, sonra da, bana
daha sık gelecek ve beni hep dinleyecek.
Artık beni kim dinler
diye mırıldanan iç sesimi susturacak...
Fotoğraf : Dora Günel
Öykü : Ayşe Sönmez / 10.11.2023 -
Datça
![]() |
Kenan Talas |
Sabahın erken saatleriydi. Gün yeni yeni ağarıyordu. Sabah ezanı okunalı pek az zaman geçmişti. Yatağında oturdu. Evin kokusunu soludu. Yıllardır yaşadığı evin hatıraları canlandı. Evlatlarının evlenip evden ayrılışlarını anımsadı. Üç kızını da evlendirirken hem sevinmiş, hem de üzülmüştü. Torunları dünyaya geldikten sonra kızlarının ziyaretleri azalmıştı.
Saadet Hanımla birlikte, yarım asırlık evde yaşamlarına devam ediyordu. Saadet Hanım, kendisinin hayat arkadaşından da öteydi. O kadar yıl geçmişti ki, evliliklerinin kaçıncı yılıydı artık hatırlamıyordu. Ama o sonbahar gününü hatırlıyordu. Anısı taptazeydi. Sabahın erken saatlerinde Saadet’in baba evinin kapısını ısrarla çalmıştı. Kapıları sert çalındığı için içeriden babasının sesini duymuştu, “Hanım bırak! Kapıya ben bakacağım.” Kapı açıldığında kendisine dikilen o bakış ile nefesi kesilmişti. O anı halen unutamıyordu. Üzerinden bir ömür geçti. Ama dün gibiydi.
“Saadet Hanım, ben peynir alıp geliyorum” diyerek yaşlı evinden dışarı adımını attı. Mahallenin taştan yollarında ilerlemeye başladı. Sokaklar hep birbirine benziyordu. Mandıranın yolunu bulmakta bir an tereddüt etti. Üzerine basan endişe hissi ile utandı. Kendi kendine, “Vahap, ne telaş yapıyorsun yahu! Kaç yıldır gittiğin mandıraya gidiyorsun işte!... Hah, şu köşeden sağa döneceksin…” diye içinden söylendi.
Kapıyı iterken, dükkanın zili çaldı. Sabah pek erken bir saatti. Tek müşteri vardı. Bir de Mandıracı Mustafa ile çırağı.
“Selamünaleyküm,
Mustafa Usta! Hayırlı İşler.”
“Vahap
Amca, hoş geldin.”
“Amca
deme. Aramızda o kadar yaş farkı yok, Mustafa Usta.”
“Tamam,
Vahap Abi. Ne istemiştin? Tam yağlı ve az tuzlu?”
“Evet.
Küçük bir kalıp veriver oradan… hah, şu yandakini… çok
güzel… evet.”
Gözü çırağa ilişti.
“Bu
oğlan yeni mi başladı? Nasıl? Memnun musun?”
“Çok
şükür, Vahap Abi. Bu zamanda çırak bulmak zor. Mesleği devam
ettirecek insan pek kalmadı artık.”
“Öyle,
öyle. Sen ver peyniri. Artık ben gideyim. Ne kadar tuttu?”
Parasının üzerini aldı. Saymaya çalıştı. Elinde karıştı paralar. Sonra canı sıkıldı ve hepsini cebine koydu. Adımını dükkan kapısından dışarı atarken, kapı üzerinde çalan zile doğru başını kaldırdı ve bir an duraksadı.
Mandıranın sahibi kısık bir sesle,
“Adem,
sen yine Vahap
Bey’in yanında
git. Ben sana şu paketi vereyim. Eğer sorarsa, Mualla Teyze’ye
götürüyorum dersin”
“Tamam,
Naci Usta.”
Genç delikanlı fırladı kapıdan ve Vahap Bey’e az mesafeyle adımlarını atmaya başladı.
Bir iki köşede dönerken, delikanlı “Amca bu taraftandı, değil mi” diyerek evine doğru ilerlediler. Evinin kapısına gelince, delikanlı Vahap Bey’e selamını verdi. Ardından dükkana doğru geri döndü.
Anahtarını cebinden almaya çalıştı. Önce bulamadı. Sonra diğer cebine elini attı. Sonra ceketinin göğüs cebine. Yine bir telaş bastı. Kendi kedine söylendi “Tövbe, tövbe!” Sonra “Aman yahu” diyerek, kapıyı çaldı. “Saadet Hanım!”
Kapı açıldı. Bilmediği orta yaşlı bir kadın çıktı karşısına. Vahap Bey şaşırdı. “Kızım, merhaba. Bizim evde ne işin var bu saatte?” diyerek içeri adımını attı. Kadın “Torbayı alayım… ceketini de…” diyerek Vahap Bey’e yardımcı oldu.
Vahap Bey içeriye yürüdü. Salona oturdu. Ev, bir an oldukça sessiz geldi. Duvardaki solmuş resimlere baktı. Babasının fotoğrafına, dedesin fotoğrafına, sonra da Saaddet Hanım’ın fotoğrafına baktı.
İçeriden demlenmiş bergamutlu çayın kokusunu aldı. Her zamanki gibi iştahını kabarttı. Kalktı. “Saaddet Hanım” diye seslendi. İçeriden “Baba, gel hadi kahvaltıya” diye kadının sesi geldi. Mutfağa doğru adımlarını attı. Mutfak masasında iki kişilik güzel bir kahvaltı sofrası hazırlanmıştı. Vahap Bey sordu, “Kızım, Saadet Hanım nerede? Sen kimsin? Sabahın bu erken saatinde bizim evde ne işin var?”
Kapı açıldı ve dükkanın kapısı üzerindeki zil yine çaldı. Yaşını almış ve başı örtülü mahalleliden bir kadın elinde file torbasıyla içeriye girdi.
“Naci
Usta, Vahap Bey sana her seferinde neden Mustafa diyor?”
“Mustafa,
babamın adı… Vahap Amca yıllardır gelir bizim mandıraya. Ama
bir süredir babamla benim isimlerimizi karıştırır oldu… Sen
bunları yeni yeni öğreniyorsun, tabi… Eve vardı değil mi,
Vahap Amca?”
“Vardı,
vardı, usta... Bir ara bana yan gözle bir baktı. Bana sert bir şey
söyleyecek zannettim. Selam verdim. Selam verince, Vahap Bey yoluna
devam etti.”
“İyi
yapmışsın... Allah herkese sağlık versin. Allah aklımızı
başımızda muhafaza eylesin...”
Fotoğraf
: Kenan Talas
Öykü : Kaan Aksoy