Gültekin Çizgen - Baytekin Kara - Yer Bakır Gök Bakır

Gültekin Çizgen

YER BAKIR, GÖK BAKIR

Sarı sıcak bir sabahtı. Yer bakırdı, gök bakırdı.
Tan ağarırken yollara düştük.

Muhtar, uzun süredir büyük bir titizlikle takip ettiği korumayı kaldırmış, kızılcık ormanına girişi serbest bırakmıştı.

Her yıl kavga gürültünün hiç eksik olmadığı bir mevzudur, ormandan kızılcık hasadı. Kim erken gitmiş, kim hasar vererek toplama yapmış, kimi çok toplamış, kimine bir şey kalmamış. Taşlı, sopalı birbirine girmelere şahidim. Kızılcık pelverdesi makbuldur. İyi de para yapar.

Muhtar, çözümü kızılcıklar tam olgunlaşana kadar ormana girişleri yasaklamakta bulmuş, bir gün önce davullu duyuru yaparak, ormana giriş yapılacak saati ilan etmişti.

Çoluk çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek hepimiz yollardaydık. Hepimizin kendine göre yapacak işi olurdu bu günlerde.

Sarı sıcak bir sabahtı. Yer bakırdı, gök bakırdı.

Eşeklerimiz bize eşlik ediyordu. Çakmak taşlı sarp bir yamaçtan ulaşılıyordu kızılcık bölgesine. Düşüp kalkmalarda elimiz dizimiz parçalanıyor, eşekleri zorluyoruz, eşek sinirli, biz sinirli, eşek inadı ile uğraşıyoruz. Biraz daha, biraz daha kızılcık için.

Bir zamanlardı, kızılcık şerbetli, kızılcık pelverdeli zamanlardı.
Sarı sıcak zamanlardı, yer bakır, gök bakırdı.

Geçen gün köye gittim, rastladığım birilerine, kızılcık ormanına gidelim mi dedim. Kabul ettiler. "Yahu sağ ol, var ol, senin sayende, biz de bunca yıl sonra ilk defa gidip görmüş olacağız" dediler.

Kızılcıklar dallarında kurumuşlardı.
Kimsesiz, kıpkızıldılar.

Fotoğraf : Gültekin Çizgen
Öykü : Baytekin Kara




İzzet Keribar - Canan Tor - Askıda Gazete

İzzet Keribar

ASKIDA GAZETE

Askıda ekmek, askıda sebze oluyor da askıda gazete niye olmasın. Hem okumayı daha çok teşvik eder, hem de yazılı basının devamlılığını sağlar.

Tabi bunlar benim ütopik düşüncelerim. Halen gazete okurum ve gazeteye para veririm. Kağıdın o kokusunu almadan, baskının boyası elime bulaşmadan olmaz. Okurken kağıdın inceliğinden dolayı bir kenarlarının yırtılması, buruşması, kedinin üzerine oturması, benim okumamı engellemesi...

Bunlar dijital ekranda yok. Tabi dijital ekranın da başka faydaları var ama benim kuşağım için gazete okumak bir ruh meselesi.

'Askıda Gazete Uygulaması', Google'daki araştırmaya göre Van'ın Erciş kazasında bir fırıncı tarafından yapılmış. Yine Malatya Büyükşehir Belediyesi YEŞİLDER'in (Yeşilyurt Eğitim Derneği) sosyal medyada paylaşım sayfasının adı olmuş. Afyon’da Yeni Asya Gazetesi herkese ulaşabilmek için askıya çıkmış. Yeni Genç Saadet diye bir gazete pandemi günlerinde askıya çıkmış, amaç daha fazla okura ulaşabilmek. Hepsi bu. Çok fazla örnek yok.

Euro News'un haberine göre, Türkiye’de gazetelerin günlük tiraj toplamı iki milyonun altınaymış. Beş yılda yüzde kırk beş düşüş. Gazete ve dergilerin yayın bölümünde çalışanların sayısı da son dokuz yılda yüzde elli bir azalmış.

Yunanistan’da da gazetelerin durumu hiç iç açıcı değilmiş. Satışlarda sürekli kan kaybı yaşanıyormuş. Siyasi gazetelerdeki düşüşün aksine magazin ağırlıklı gazetelerin yükselişi ise 'Millet siyasetten bıktı'dan çok, kim kiminle ne yapmış’ merakından kaynaklanıyormuş.

Devir değişiyor. Artık tabletten, bilgisayardan, cep telefonunun ekranından gazete okuyan büyük bir çoğunluk var.

Twitter ve akıllı telefon uygulamaları, basının anında haber verme özelliğini geliştirdi. Bazı durumlarda artık yazılı basın, gelişen olayların haberlerinin okura ulaşmasında geride kalıyor. Dolayısıyla artık yazılı basın ayrıntıda ortaya çıkmaya başladı.

Azalan tirajlara rağmen yazılı basın ayakta kalmaya devam ediyor. Benim kuşağımla birlikte bu da yavaş yavaş bitecek.


Fotoğraf : İzzet Keribar
Yazı : Canan Tor / 09 Ekim 2023


 

M. Kemal Aksel - Kaan Aksoy - Duman

M. Kemal Aksel

DUMAN

Sabahın erken saatleriydi. Kışın gelmesine az kalmışken, yağmursuz, karsız sonbaharın artık son günleriydi. Hava halen karanlıktı. Sokakta hareket yoktu. Sadece birkaç evin ışığı yanıyordu. Yatağından kalktı. Karısı mutfakta hazırlığa başlamıştı bile. Yüzünü yıkadıktan sonra küçük odalarının kapısını araladı. Çocukları uyuyordu. Okula gitmek için kalkmalarına daha vardı. İç geçirdi.

Üzerini giydikten sonra, sokak kapısına yönelirken saatini kontrol etti. Karısı hazırladığı paketi bir file torbaya koyarak adama verdi. Vedalaştı ve kapıdan çıktı. Sabah çok erken olduğu için, merdivenlerden inerken komşulara gürültü olmasın diye sessizce merdivenlerden indi. Apartmanın giriş holündeki otomatik lambanın yanmasıyla, sokağın bir aracın farlarıyla aydınlanması bir oldu. Servis minibüsü gelmişti. Minibüsleri yedi ay önce değişmişti. Altı yıldır servis veren minibüs artık eskimişti. Koltukları daha rahattı. Fabrikaya gidene kadar yolda biraz kestirebiliyordu.

Minibüs, fabrikanın büyük metal giriş kapısından geçerek, tuğla binanın önünde durdu. Başka bir minibüs daha gelirken, adam, yol arkadaşlarıyla birlikte geldikleri minibüsten indiler. Fabrika avlusunu aydınlatan camları sararmış lambalardan hafif hafif cızırtı sesi geliyordu. Hava halen karanlıktı. Ama lacivert gökyüzüne hakim olan bir duman vardı. Yüz metreyi aşan fabrikanın o ihtişamlı bacasından çıkan duman, görenlerin üzerinde bir etki bırakıyordu.

Sabahın soğuk havasından ayrılıp, binanın içine girdiler. Yaşlı ama iyi bakılmış ve temiz tutulmuş bir holden sağdaki personel soyunma odasına devam ettiler. Metal dolaplar üzerindeki etiketlerde sadece numaralar yazıyordu. İsimler yoktu. Adam cebindeki anahtarlıktaki küçük dolap anahtarını buldu. Çalışma tulumunu, başlığını, botlarını, eldivenlerin ve iş maskesini giydi.

Fabrikanın üretim hattının ikinci sırasında kazanlar ve kimyasal boylerleri bulunuyordu. Görev yerine geçtikten sonra gece vardiyasındaki arkadaşıyla vardiya değişimi yaptılar. Adam, sorumlu olduğu kısımdaki vanaları, boylerleri ve göstergeleri okudu. İki yüz yirmi beş derece. Su yüz derecede kaynıyor diye düşündü birden. Fabrikada iş kazası olmayalı üç yıl olmuştu. Bir an aklına bir vananın o sıcaklıktaki kimyasalı buhar olarak birden dışarıya kaçırdığını hayal etti. O basınçta püsküren kimyasalı giydiği kıyafet ne kadar koruyabilirdi? Bir ter bastı. Sonra ne yaptığını düşündü ve aklına gelen o görüntüden silkindi. Üç numaralı boylerdeki işlem süresi dolmuştu. Diğer kısımdaki işlem tankına aktarmak için üçüncü hat görevlilerine haber verdikten sonra boşaltma vanasını çevirmeye başladı.

Koca bir gündüz vardiyası geçmişti. Yine personel soyunma odasındaki banka oturuyordu. Başlığını çıkardı. Dikkatini bir şey çekti. Başlığının hava filtresindeki renkli çubuğun rengi ilk zamanındaki gibi turuncu değildi; epey solmuş ve kirli sarı bir renge dönmüştü. Başlığının filtrelerini değiştirmesi gerekiyordu. Yoksa bir iki yıla kanser olurdu. Bu yüzden ikinci, hatta çalışanların maaşlarındaki yıpranma payı, fabrikada en yüksek olanlardı. Hemen servise binmek için filtrelerinin değişmesi gerektiğini vardiya amirine yarın sabah söylemeye karar verdi.

Güneş batıyordu. Üzerlerinde büyük bir duman kütlesi vardı. Sanki bu dünyaya ait olmayan yüce bir bulut gibiydi. Kaç yıldır çalışıyordu bu fabrikada. Sayesinde çocuklarını okutuyordu, evine ekmek götürüyordu. Ama bütün bunlara değer miydi diye düşündü, servis minibüsü dolduktan sonra buğulanan camı eli ile silip, fabrikanın manzarasını seyrederken. Ardından o dumanın içinde ne kadar süre kalabilirim diye düşündü. Sonra yüzünü ekşitti. Çocuklarını düşündü. Ardından eşini düşledi. Akşam eve giderken ne alabilirdi.

Yarın sabah erken saatlerde kendi beslediği dumanın gölgesinde yaşayan fabrikaya yine gelecekti…

Fotoğraf : Mustafa Kemal Aksel
Öykü : Kaan Aksoy