Bülent Özşeker - Hasan Çalıkuşu - Sen Gittin

 

Bülent Özşeker

SEN GİTTİN

Ne yaşamın anlamı vardı, ne de anıların. Bir eskici topladığı kullanılmış eşyaların başında, onları yeni sahiplerine yok pahasına satmaya çalışıyordu.

Saat, onu beş geçe durmakla kalmamış, eskiden asıldığı evin duvarındaki günlerini yitirmiş. Oysa ne kadar çok onu beş geçeleri göstermişti. Ve o saatlerde belki kahvaltısı yeni bitmiş, evin küçük kızı neredeyse boyu kadar olan uzun bacaklı bez bebeği ile oynamaya başlamıştı. Bu arada kahvaltı sofrasını toplamadan önce evin annesi kocasına seslenerek bir plak koymasını ve bu pazar sabahını biraz neşelendirmesini istiyordu.

O plak, kim bilir kaç defa arkadaki ceviz kaplama müzik setinde çalınmış, sesi pencereden bahçedeki çiçekler arasında dolaşmış, yan komşusunun kulağına kadar ulaşmıştı. Plağın çaldığı şarkılara mırıldanarak kahvaltının son çayı ile eşlik edilmiş, yudum yudum bitirilmişti. Biraz sonra sofradan tabaklar mutfağa yıkanmaya giderken plağın arka yüzündeki diğer neşeli şarkıyı dinlemeye başlayacaktı.

Küçük kız, bu sefer sarı saçlı bebeğini almış, onun kolunu bacağını eğip bükerek, türlü şekillere sokmaya başlamıştı. Kendi hayal dünyasında oluşturduğu oyunlarla bebeği kah yatırıyor, kah oturtuyor, bazen de üstünü örterek uyutmaya çalışıyordu.

Küçük kızın babası, dükkânına getirilen tartıyı hafta sonu yaparım diye eve getirmiş, ingiliz anahtarı ile altını açmaya birazdan başlayacaktı. Bazen dükkânı hafta sonu açmamak için tamir olacak bir iki parça eşyayı eve getirir, evde tamir ederdi. Evde boş oturarak zaman öldürmektense, bir iki tamir yaparak zamanını değerlendirirdi. Böylece ailesiyle birlikte olarak onları yalnız bırakmaz, küçük kızıyla doya doya oynama fırsatı bulurdu.

Hafta sonu evde olmanın keyfiyle kahvaltı sonrası pişirilen orta kahveler bir lokum eşliğinde gümüş tepsi ile bahçedeki masaya getirilir, karı koca baş başa kahvelerini yudumlardı. Artık satıcının ayakları önünde duran o tepsi biraz zedelenmiş olsa bile yeniden kahve ikramında kullanılacak mıydı acaba?

Üzerinde şimdi sarı saçlı bebeğin durduğu pembe astarlı bez çanta içinde eskiden evlilik cüzdanı ile birlikte değerli evraklar, anı değeri olan yadigâr eski saatler, altın ve gümüş takılar saklanır, her açıldığında içinde duran küçük esans şişesinden güzel kokular yayılırdı.

Derin bir sessizlik, sisli bir günün sabahı, toz toprağın içinde bilinmeze yuvarlanış ne olduğunu anlamadan. Dönüşü olmayan gidişlere, yol sonuna çıkan felakete...

Kimse nasıl bir kadere sürükleniyor bilinmez ama hiç şaşmayan saat gibi işler kader, o gün duruverir. Buralar mı gitti, buralardan birileri mi anlamak zor ama kalanlardan eski, güzel günlerin kaybolduğu belli. Gidilen yolların, kaybolan şehrin acı tesadüflerine denk gelenlerden geriye kalanların anlattıkları, sadece gidenlerin hikayeleri, hüznün dili...


Fotoğraf : Bülent Özşeker
Öykü : Hasan Çalıkuşu




A. Kadir Ekinci - Erdal Gömceli - Bir Ömür Mutluluk

A. Kadir Ekinci

BİR ÖMÜR MUTLULUK

Bir gün elli yıllık eşi gözlerinin içine bakarak “Benden razı mısın?” diye sordu yaşlı adama. “Bu dünyada da, ahirette de senden razıyım.” dedi yaşlı adam. Yaşadıkları acı tatlı anları hatırlayarak, uzun süre sessiz bir şekilde bakıştılar.

Önce gençliklerini, birbirlerini ilk gördükleri ve sevdalandıkları günü hatırladılar. O zamanlar yaşlı adam bıçkın bir delikanlı, yaşlı kadın güzeller güzeli bir genç kızdı. Genç kız, köyün çeşmesinden yeni doldurduğu güğümü evine taşırken geçmişti bıçkın delikanlının yanından. Güzel kızı gördüğü anda yüreği daha hızlı çarpmaya başlamış, kızın arkasından bakakalmıştı delikanlı. Genç kızın da durumu farklı değildi. İlgilenmiyormuş gibi yapıp, arada bir utangaç gözlerle arkasına bakıyordu. Genç kız, her çeşmeye gelişinde gözleriyle bıçkın delikanlıyı arar oldu. Delikanlı da yakındaki çalılıktan kızı gözetleyip, hayaller kuruyordu. Kısa bir süre sonra delikanlı tüm cesaretini toplayıp, soluğu kızın yanında almıştı. Yüreği yine hızla çarpıyor, ne diyeceğini bilmez bir vaziyette aynı şimdi olduğu gibi sadece kızın gözlerine bakıyordu. Kız da onun gözlerine bakakaldı. Delikanlı tüm şeceresini öğrendiği halde nazikçe “Sen kimsin, kimlerdensin?” diye sordu genç kıza. Kız da “Aşağı köydenim. Buraya yaşlı teyzemin yanına yardıma geldim. Yaz boyunca buradayım.” dedi. Daha ikinci görüşmelerinde kıza gönlünü açtı bıçkın delikanlı. Karşılığının boş olmadığını anladığında tüm dünyalar onun olmuştu. Kısa bir süre sonra; kız isteme, nişan, düğün derken beraber bir ömür geçirecekleri dünya evine girmişlerdi. Daha sonra yaşadıkları, çocukları, torunları hayal kapısından girmeye devam etti.

Acısıyla, tatlısıyla geçirdikleri elli yılın sonunda yaşlı kadının sorduğu bu soru, onun son sorusu olmuştu. Geçirdikleri güzel akşamın sabahında gelen kalp krizi yaşlı kadını koparmıştı sevdiğinden. Yaşlı adam, her gün elinde kırmızı güllerle eşini ziyaret ediyor. Her gittiğinde de elindeki kırmızı güllere bakıp, ”Senden razıyım.” diyordu. Lakin veremiyordu çok sevdiği o gülleri sevdiğine, sadece bırakıyordu beyaz taşın üzerine…

Fotoğraf : A.Kadir Ekinci
Öykü : Erdal Gömceli / 04.09.2023


A. Beyhan Özdemir - Erhan Demiralp - Gurur

 

A. Beyhan Özdemir

GURUR

Sabahın erken saatleri. Bir anda yükselen uğultulu bir ses kulaklarında yankılandı. Her şey sallanmaya başladı. Gözlerini ovuşturup, panikle etrafına bakarken, şaşkınlık ve telaşla neler oluyor diye mırıldandı.

Kitaplar raftan düşüyor, avize sallanıyor, camlar gıcırdıyordu.

Aman tanrım deprem oluyor!

Yatağında doğruldu, tutunarak kalkmaya çalıştı. Ancak kalkacak gücü kendinde bulamadı. Sarsıntı, her geçen saniye artıyordu. Kalbi hızla çarpıyor, yutkunmaya çalışıyordu.

Ne yapacağım, ne yapacağım!

Düşünmeye çabaladı, zihni karmakarışıktı. Sarsıntı durmuştu. Gücünü toplamaya çalışarak bir gayret yatağından kalktı. Pencereyi açtı, sokaktaki panik ve yardım çığlıklarını daha net duyuyordu. Sandalyede asılı duran hırkasını üzerine geçirdi. El yordamı ile koridoru aşarak daire kapısına ulaştı. Kapıyı açtı, dışarı çıktı. Dışarı adımını attığında, çevredeki yıkımın olumsuz etkisini kaygıyla gözlemledi. Manzara dehşet vericiydi, insanlar panik içinde koşturuyordu. Kurtarma ekipleri gelmeye başlamış, ambulans ve itfaiyenin siren sesleri birbirine karışmıştı.

Yaşadığı apartmana döndü baktı, sapasağlam ayakta duruyordu. Yanındaki evler yıkılmış, kurtarma ekipleri, içeridekileri dışarı çıkarmaya çalışıyordu. Çevresindeki insanlara yardım etmek istedi.

Kurtarma görevlisi,

-Kimse var mı?

Bir kez daha seslendi, cevap gelmeyince

-Burası tamam.

Yandaki binaya doğru harekete ederken,

- Abi dur! Beyaz yok.

Konuşan komşunun oğluydu. Beyaz da dört ayaklı can dostu. Kurtarma görevlileri, bunun üzerine yeniden binaya girdiler. Fenerleriyle aydınlattıkları karanlığın içinde, korkudan titreyen Beyaz’ı gördüler. İçlerinden biri,

-Ben alırım diyerek, yaklaştı.

Yıkılan masayı kontrollü bir şekilde çekerek, hareket alanı sağladı. Üzerindeki tozları temizleyip, kucağında dışarı çıktılar. Yaşanan korkunç dakikaların mutluluğuydu o an. Kurtarılan bir canın daha haklı gururu...


Fotoğraf : Doç.Dr. Ahmet Beyhan Özdemir
Öykü : Erhan Demiralp / 16 Ağustos 2023 Çarşamba / Üsküdar