Ali Var - Baytekin Kara - Meme ve Pipi İçindir

Ali Var

MEME VE PİPİ İÇİNDİR

Çocukluğumun mahallesinden bütün kadınları hatırlıyorum, erkeklerin bazılarını. Niye böyle diye çok uzun süre düşündüm, farkettim ki kadınlarımızın hepsinin kendine ait özel lezzetleri var, unutamadığım bu lezzetlerin sahipleri onlar. Erkeklerin de daha çok becerikli olanları aklımda kalmış, yapabildiği bir şeyle diğerlerinden farklı olmayı başaranlar.

Üzerinden altmış yılı aşkın zaman geçmiş, halen mahallemizin kadınlarının bir çoğunu sayabiliyorum.

Hasret'lerin büyük avluda kışın, ayazlı ve karlı gecelerde tel tel çekilirdi. Tel tel işi meşakkatli bir iştir. Ağdayı kopardın mı yandın, hadiii yeni baştan. Ve takım oyunu gerektirir. Çepeçevre saracaksın büyük sofranın etrafını, kavrulmuş unun üzerinde simit haline getirilmiş ağdayı çeviren giderek çoğalan ellerden biri olacaksın, yandaki ile uyumu gözeteceksin. Tel telle andığım çok isim var. Fikriye Yenge, Satı Hala, Melahat Abla. Gençlerden Mahmur, Seyhan, Aliye.

Ilımış'ın turşusu, kuru fasulyeyle iyi giderdi. Bibimin lahana turşusu, kütür kütür daha çok hamur işlerine eşlik ederdi.

Ilımış'ın çok küçük bir bahçesi vardı, kasabaya bir hayli uzak. Eline ayağına hiç üşenmez, her gün bu bahçenin verimliliği ile uğraşırdı. Geçim derdi, elbette uğraşılacak, orada üretilen her şey turşuya konulamayacak kadar kıymetliydi. Turşuya, bahçe bozumunda geri kalanlar bile yeterdi. Biz de nasiplenirdik.

Fehmiye Teyzem, hamsi kuşunu acayip yapardı. Koca mahallede kimse uğraşmazdı hamsinin kılçığını ayıklamayla, bir tek o tek tek uğraşırdı.

Türkan Yengemin yaprak sarmada üzerine yoktu. Doğruya doğru, lahana sarması için gidilecek kapı Terken'lerin Ayşe'nin kapısıydı.

Haşhaşlı çöreklerin burma olanını Tokur'un Aysel iyi yapar, gül gül olanını ise Naime Teyzem.

Su böreği için, Mahire Halayı en başa koyarım.

Devam edebilirim, liste uzar. Hemencecik bir çırpıda hatırladıklarım benim on numara beş yıldız listem oluşturuyor.

Mahallemizin akşam yemeklerine yakın saatlerinde, elinde sahanlar ortalıkta dolaşan çoçuklar ve kadınlar görürdünüz. Kokusu paylaşılmışsa, tadımlık da olsa paylaşılırdı. Kızların memeleri şişmesin, oğlanların pipileri düşmesin diye böyle yapıldığı söylenirdi.

Ben bu yaşıma geldim, işte bu yüzdendir hiç memesi şişen kız, pipisi düşen oğlan görmedim.

***

ALİ VAR

Ali Var, çok özel bir insan. Kendisini fotoğraf dünyasından dostum Tahir Ün kanalıyla tanıdım. ANAFOD'da konuğumuz oldu ve fotoğraf çalışmalarını bizimle paylaştı.

Ali'ye, yirmi beş yaşında ALS teşhisi konulur ve üç yıl ömür biçilir. Kısa bir sürede vücüdunun neredeyse hiç bir yerini kullanamaz hale gelir.

Umudunu hiçbir zaman kaybetmeyen, rahatsızlığı nedeniyle ellerini kullanamayan, yürüyemeyen, konuşamayan ve tüm ihtiyaçları ailesi tarafından karşılanan Ali Var, yaşama tutunmak ve ALS hastaları ve tüm engelliler için ‘farkındalık yaratmak’ amacıyla fotoğraf çekmeye karar verir.

Ali, 2010 yılında tüm ailesinin bir arada olduğu sırada ayak başparmağını kullanarak ilk fotoğrafını çekti. Daha sonra Tahir Ün ile tanıştı. Fotoğraf tutkusu ile birbirlerini kardeş ilan eden Tahir Ün, Ali’nin daha iyi fotoğraflar çekmesi için tekerlekli sandalyesine özel bir düzenek kurdu. Çekeceği fotoğrafın kadrajını kendi yapan Ali’ye ailesi ya da yakınlarından biri deklanşöre basarak yardımcı oluyor.

1+40 Ali” projesini oluşturma fikri doğdu. 2012 yılında ALS hastalığıyla ilgili ödüllü “3 Harf” belgeselinde yönetmen Suha Arın ile çalıştı. 2014 yılında Tahir Ün ile birlikte “1+40 Ali” projesi tamamlandı. Bu çerçevede kataloğu da basılan çalışma için kendisinin de katılımıyla çok sayıda etkinlikler gerçekleştirildi.

2017 yılında Tahir Ün’ün ödüllü kısa filmi “Baba Dili”nin de ana karakteri oldu. Ali Var, fotoğrafın yanısıra şiir ve kısa oyunlar (skeç) yazmaktadır. Bizzat sahneye koyarak yönettiği skeçler amatör oyunculuk yapan ALS hasta yakınları tarafından çeşitli toplantılarda oynanmaktadır.

Ayrıca, bir aktivist olarak, 2019 yılında ALS hastalığı ve engellilik konusunda farkındalık yaratmak, bir sulak alan olarak kuş cenneti olma özelliğini koruyan Gediz Deltası için duyarlık oluşturmak amacıyla flamingolarla birlikte uçtu.

Bir süredir, evinde nude fotoğrafları çekmekte ve bununla ilgili bir kitap ve sunum hazırlama çabasındadır.

Tahir Ün, “Ali Var, fotoğrafın ayak başparmağıyla deklanşöre basmak olmadığını biliyor, iyi görmek ve doğru göstermek olduğunun bilinciyle üretiyor. Aklı ve gözleriyle fotoğraf çekiyor. Ali ile çalışmaktan büyük gurur ve mutluluk duyuyorum” diyor.

Ali, fotoğraf dünyamıza yeni ufuklar ve yaklaşımlar getiren biri.

2019 yılında “YAŞAMA FOTOĞRAF ile TUTUNANLAR“ kategorisinde “2019 TFSF ÖDÜLÜ”ne layık görülmüştür.


Fotoğraf : Ali Var
Öykü ve Yazı : Baytekin Kara



Sadık Üçok - Aydanur Atamdede - Zıvana

Sadık Üçok


ZIVANA

Doğduğu bu şehirde yabancı hissediyordu kendini. Nasıl da değişmişti her şey. Yeni iskeleler yapılmıştı. Ne çok taşıt vardı denizde. Eski kuğu gibi süzülen vapurlara ne olmuştu. Sevimsiz, ütüye benzer vapurlar ve balıkçı teknesinden bozma motorlar, denizi ne zaman istila etmişti. Hal binasının yerindeki tiyatro ve konservatuara baktı şaşkın şaşkın. Tramvay durakları ise yerini metro istasyonlarına bırakmıştı.

Ya insanlar…

Hepsinin acelesi vardı, oradan oraya hızlı adımlarla koşturan, başlarını cep telefonlarından kaldırmadan hatıra fotoğrafı çektiren her milletten insanlar…

Memlekete döner dönmez ilk işi Kadıköy’e gelmekti. Siyasi yasaklı günlerinde memleket hasreti çekerken, eşe dosta anlattığı o güzelim tarihi yarımadaya.

Hiç alışamam dediği gurbete alışmıştı alışmasına da İstanbul hep gözünde tütmüştü. Öncelleri, siyasi yasaklı olduğu için, sonra da, işler güçler, evlilik, çocuklar derken, akıp giden yıllar içinde bir kez bile İstanbul’a gelememişti.

Babası mesai dönüşü, sahilde yan yana dizili balıkçı kayıklarından o zamanlar Marmara’da bolca çıkan kefal, lüfer, palamut, kalkan, sardalya alırdı. Hemen arkada hal binası, onun biraz ilerisinde tramvay durakları vardı.

Babası trafik polisiydi, şimdi İş Bankasının olduğu meydanda, o zamanlar ismini bilmediği beyaz bir silindirin içinde, arabalara yol gösterirdi babası. O silindirin isminin zıvana olduğunu ve
”beni zıvanadan çıkarma” deyiminin de oradan geldiğini çok sonraları öğrenmişti.

Gülümsedi, etrafındaki kalabalığa aldırmadan, yavaş yavaş yürürken kendi kendine mırıldanıyordu.

Ben buraya uzun yıllar gelmesem de o zamana ait her şeyi zihnime kazımışım. Bu insanlar, etraflarında olup bitenle, yaşadıkları yerlerin farkına varmadan böyle hızla geçip gittikleri için, yıllar sonra zihinlerinde bir iz kalmayacak...


Fotoğraf : Sadık Üçok
Öykü : Aydanur Atamdede / Ağustos 2023


Bekir Tuğcu - Erdal Gömceli - Bütünün Parçası

Bekir Tuğcu

BÜTÜNÜN PARÇASI

Kürek takımı olarak şampiyon olmuştuk. Kupa ve ödül töreninden sonra babam “Bu şampiyonluğu akşam ailece yemekte kutlayalım.” dedi.

Takım arkadaşlarım ve yöneticilerimle beraber yaptığımız kutlama sonrasında akşamüstü eve geldiğimde annem, babam ve kız kardeşim, en güzel kıyafetlerini giymiş, beni bekliyorlardı. Hemen bir duş alıp, ben de hazırlandım ve beraber evden çıktık. Yemek siparişlerimizi verdikten sonra annem “Nasıl sporcu olduğunu hatırlıyorum da, o zamanlar bu noktalara geleceğini, kürek milli takımına seçileceğini söyleseler inanmazdım.” dedi.

Her şey ortaokula başladığım sene matematik öğretmenimin dikkati sayesinde başladı. Okullar açıldıktan birkaç hafta sonra öğretmenim bana, “Veline söyle yarın okula gelsin. Onunla görüşmek istediğim konular var.” dedi. Akşam babama söyledim. Ertesi gün babamın işi olduğundan annem okula gelmişti. Öğretmenim anneme; dikkat eksikliğim olduğunu, derse konsantre olmakta zorlandığımı belirterek, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu konusunda bir psikoloğa götürülmemde fayda olduğunu söylemişti. Annem ve babam öğretmenin tavsiyesini dinleyerek, beni bir çocuk psikoloğuna götürdüler. Psikolog birkaç seanstan sonra, bende dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğunu, bunun için terapilere devam edilmesi gerektiğini, ama öncelikle bir nöroloğa da görünmem gerektiğini belirterek, dikkat eksikliği için ilk etapta sevdiğim bir spora yönlendirilmemi önerdi.

O hafta sonu, Sapanca Gölü’ne gezmeye gitmiştik. Orada kürek sporuyla uğraşan ekibi görünce, yanlarına gitmiş, bu sporla ilgili sorular sormaya başlamıştım. Beni en çok etkileyen özelliklerinin başında, kürekçilerin yarış anında rakipleri ve hedeflenen noktayı görmeden, sadece ekip olarak birlikte aynı ritimde kürek çekmeleriydi. Bunun yanında özgüven ve motivasyon düzeyinin artmasına da destek olduğunu söylemişlerdi. Dönüşte babama kürek sporunu çok sevdiğimi, bu sporla uğraşmak istediğimi söyledim. Babam da “Neden olmasın? Ben yarın bu konuyu araştırırım.” dedi. Hafta içinde babamla beraber kürek kulüplerinden birine gittik. Kısa bir görüşmeden sonra kaydımı yaptılar ve hafta sonu başlayabileceğimi, önce teorik bilgiler verilip, ilerleyen dönemlerde de kürek çekmeye başlayacağımı söylediler. Daha bir hafta önce bu sporla ilgili hiçbir bilgim ve düşüncem yokken, birden kürekçi oluvermiştim.

Nöroloğa gittiğimizde, yapılan tetkiklerin sonucunda, bende demir eksikliği olduğu, buna bağlı olarak dopamin seviyemin düşük olduğu, bunun da dikkat eksikliği ve konsantrasyon problemlerinin nedeni olabileceği söylendi. O dönemde hayatımda ilk defa duyduğum dopamin, beyin nöronları tarafından salınan bir nörotransmitermiş. Yaratıcılığımızda, odaklanmamızda, keyif ve zevk almamızda büyük rol oynarmış. Abur cuburu çok sevmem, sebze yemeklerinden uzak durmam, düzensiz beslenmemin sonucunda oluşan demir eksikliği giderildiğinde, dopamin seviyem de normale dönmüştü. Bununla beraber dikkat eksikliği problemim de ortadan kalkmıştı. Ama o dönemden devam eden tek şey bana ekip ruhunu ve motivasyonun önemini anlatan kürek sporu olmuştu. Artık bir bütünün parçasıydım.


Fotoğraf : Bekir Tuğcu
Öykü : Erdal Gömceli – 24.10.2023