Tanju Akleman - Hüseyin Kekiç - Üç Telefon

Tanju Akleman

ÜÇ TELEFON

Asistanlığı bitmiş, yıllar önce, lise mezunu çıktığı memleketine, uzman doktor olarak dönecekti. Hastane odasında, hocaları ve doktor arkadaşları, vedalaşma için toplandılar.

Hocası, “Söyle bakalım doktor hanım, nasıl bir duygu bu?”

Sevinç gözyaşlarını silip, başladı anlatmaya.

“Hocam, her köy çocuğu gibi, çobanlık yaparak büyüdüm ben. Çobanlık yaparken, heybemdeki kitaplarımla derslerime çalıştım ve babamın çalan telefonu ile üniversite sınavında tıp fakültesini kazandığımı öğrendim. Babam, o koca adam, sevinçten ağlamıştı.

Köyümden ve ailemden ilk defa ayrılmak, hem benim, hem de ailem için çok zordu. Köyümden çok uzakta, büyük bir şehirde altı yıl geçmişti. Telefonda, köyüme doktor olarak döneceğimi söylediğimde, yine sevinçten ağlamıştı babam.

Anadolu'nun küçük bir kasabasındaki zorunlu görev sonrasında, işte bu büyük şehirde, eğitim araştırma hastanesi doktoruydum artık. Geçen hafta telefonda babama, baba ben uzman oldum, sana geliyorum dedim. Tez gel kızım dedi ağlamaklı sesiyle.

Yani Hocam, hayatımın dönüm noktaları, işte bu üç telefon konuşmasında gizlidir.”


Odayı saran kısa sessizliği,

“Dönüm noktaları arasından biraz detay mı versen” diyen muzip bir arkadaşı böldü.

Yüzündeki derin bir hüzün ifadesiyle yanıtladı muzip arkadaşını çoban doktor,
“Uzun hikaye...”

Fotoğraf : Tanju Akleman / Yer : Akyaka / Nail Çakırhan Anısına...
Öykü : Hüseyin Kekiç / 16.11.2023

Behiç Günalan - Baytekin Kara - Duman

Behiç Günalan

DUMAN

Evlerimizin çoğunluğu ahşap, kerpiç karışımı yapılmıştı. Mahallemizde betonarme binalar var mıydı? Vardı. İlkokul, Cami, Sağlık Ocağı. Hüseyin Öğretmen, mahallenin uzak sayılan bir yerine, üç katlı, betonarme ev yaptırınca epey konuşulmuştu.

Bizim eve çift kanatlı bir kapıdan girilirdi. Ortada bir hol ve üst kata çıkan merdivenin boşluğu, solda küçücük iki penceresi ile oturma odamız. Oturma odası, aynı zamanda mutfak ve annemlerin yatak odasıydı. Sağındaki oda kuruluktu. Kuruluk evin deposu, çamaşırhanesi, banyosu, kömürlüğü, tuvaleti, kileri gibiydi.

Üst kat, hemen hemen altla aynıydı. Üst katta, solda olan oda, misafir odası olarak ayrılmıştı. Burası dayanır, döşenir, eve ne alınacaksa bu odaya hep öncelik tanınırdı. Bu kadar özen gösterilen oda, senede, ben diyeyim beş, siz deyin on kez ya kullanılırdı ya kullanılmazdı. Hep kapalı olurdu. Gelen misafirlerin tümü de burada kabul edilmezdi. Daha hatırlılar, daha el üstündekiler, daha saygı duyulanlar falan. Bu durum bizim evde çok uzun seneler sürdü. Evin en emek verilen, en çok yatırım yapılan, en konforlu alanı hep misafirlere ayrıldı. Senede birkaç kez kullanılma durumundan uzun süre kurtulamadı. Yenilerdedir bizlerin bu alanları günlük yaşam alanlarına çevirmemiz, gerisinde çok zaman da yoktur. Tut on yıl, haydi diyelim yirmi yıl.

Yukarı katta, sağdaki oda, benim de odamdı. Benim de diyorum, çünkü tek benim değildi. Babaannem ve kız kardeşim, kitaplığımız aynı odayı paylaşıyorduk. Ben, pencere kenarındaki sedirde yatıp kalkıyordum. Babaabannem ve kızkardeşim, karşı duvara bitişik karyolada. Kitaplığımız, odada kişi başı düşen alandan en fazla pay alandı.

Ahşap evlerde genellikle tavan ve taban döşemeleri de ahşaptır. Kimbilir belki biz şanşlıyız, en azından bizim ev de böyleydi.

Yatağındasın, sırt üstü uzanmışsın, tavana bakıyorsun. Tam karşında tavan döşemesinin ahşap dokusu. Kullanılan ahşabın cinsine ve kalitesine göre değişen ve boyalı olmadığı için, çizgi çizgi gözlemleyebildiğin bir doku zenginliği.

Gözlem saatlerimin tadına doyum olmazdı. En çok budakların birbirleriyle olan ilişkilerini, mahallemin insanlarının gözlerine benzetmekten tat alırdım. Pencere kenarından itibaren, dört sırada olan budaklar sarhoş Vehbi'nin sinsi gözlerine, yedi sıradakı budaklar mahallemizin fosforlu cevriyesi Aysel'in gözlerine, onun hemen sağındaki Deli Şahin'in kara kara ışıl ışıl gözlerine benzerdi. Çizgilerin aldığı şekilleri, bazen özdeki sıra sıra kavakların dizinine, bazen buğday başaklarının rüzgarda uçuşurken birbirleriyle olan ilişkisine, bazen su değirmeninin borusundan deli deli akan suyun uzaktan görüntüsüne, bazen babamın bıyıklarına benzetirdim.

Veteriner Ziya'nın bağırta bağırta ağzını dağlayarak tedavi ettiği buzağımız Duman'ın, tedavi esnasında bana melil melil bakışı, günlerce o dokularda sık sık karşıma çıkmıştı. Kalkıyorum, yatıyorum karşımda Duman'ın melil melil bakışı, kalkıyorum, yatıyorum karşımda Duman'ın melil melil bakışı.

Fotoğraf : Behiç Günalan
Öykü : Baytekin Kara – 17.11.2023

Selim Seval - Erdal Gömceli - Ailem ve Hayallerim

Selim Seval

 

AİLEM VE HAYALLERİM

Son sergimi gezen anne ve kızını gördüğümde çok duygulanmıştım. Birden annem geldi aklıma. Daha çocuk yaşlarda sergileri dolaşmayı ne kadar çok seviyordum. Sergiye gideceğimiz gün, sabah erkenden kalkıyor, en güzel kıyafetlerimi giyiyordum. Annem de benim sergileri çok sevdiğimi bildiği için hafta sonları evde dinlenmek yerine beni sergilere götürmeyi tercih ediyordu. Anne kız ne güzel vakit geçiriyorduk. Güzel bir kahvaltıdan sonra evden çıkıp, sergileri dolaşmaya başlıyorduk. Çoğu zaman babam da katılıyordu bize. Ailece güzel bir hafta sonu geçiriyorduk. Sergileri dolaşırken annemin cep telefonuyla önce eseri, sonra da yanında bulunan eserin hikayesini fotoğraflıyordum. Akşam eve döndüğümüzde de tek tek inceliyor. Yazıları okuyordum.

Bir gün, yine bir sergi dolaşırken anneme küçücük aklımla “Beni sergilere getirip, dolaştırdığın için çok teşekkür ederim. Ben de büyüdüğümde sanatçı olacağım ve bir gün benim de sergilerim olacak. Benim sergilerimi de beraber gezebilir miyiz? “ diye sormuştum. Annem de gülümseyerek, “Tabii ki gezeriz. O zaman yazı okumak yok ama. Bana eserlerini tek tek sen anlatacaksın.” demişti.

Daha ortaokul yıllarımda sanatçı olmak istediğimi, bu nedenle güzel sanatlar fakültesine gitmek istediğimi söylemiştim aileme. Annem ve babam da sanatı ne kadar çok sevdiğimi bildiği için beni desteklemişlerdi. Babam, “O zaman ne üzerine çalışmak istiyorsan araştıralım, o dalda yetiştirecek eğitim merkezlerine yönlendirelim seni ” demişti. İleride iyi bir ressam olma hayalim vardı. Annemle beraber resim atölyelerini araştırmaya başlamıştık. Okuluma yakın bir atölye olması benim için büyük bir şans oldu. Annemle beraber gidip, atölyeye kaydolmuş, okul çıkışlarında da resim yapmaya başlamıştım. Tuvale vurduğum o ilk fırçayı daha dün gibi hatırlıyorum. Heyecandan elim nasıl da titremişti.

Güzel sanatlar fakültesini kazandığım gün, dünyalar benim olmuştu. Okulun ilk günü yine erkenden kalkmış, en güzel kıyafetlerimi giymiş, yola koyulmuştum. Aynı heyecanla devam ettiğim okulumu iyi bir dereceyle bitirmiş, mezuniyet töreninde annem ve babamla büyük bir mutluluk yaşamıştım.

Şimdi düşünüyorum da, ailemin bu desteği olmasa, ülkenin önde gelen ressamları arasına girebilir miydim. İnsanın başarısında aile desteğinin ne kadar önemli olduğunu, anne ve babaların çocuklarıyla geçireceği zamanların ve onları hayallerine ulaşması için verecekleri desteğin ne kadar güzel sonuçlar doğuracağının en büyük kanıtlarından birisi de bendim. Bunu defalarca dile getirmeme rağmen, kalemi kağıdı almış ve aynı duygularla bir sonraki sergi açılışımda yapacağım konuşmayı yazmaya başlamıştım.



Fotoğraf: Selim Seval
Öykü: Erdal Gömceli / 30.10.2023