Cengiz Karlıova - Hüseyin Kekiç - Kırık Bir Öykü

Cengiz Karlıova

KIRIK BİR ÖYKÜ

- Kolay gelsin ustam.

Büyük kayaya sapladığı kamaları balyozuyla dövmeyi bıraktı önce. Sonra, gömleğinin yakasına astığı mendilini alıp, avuç içiyle alnında ve yüzündeki terlerini sildi.

- Bana kolay gelir de, ne işin var senin buralarda şehirli?
- Sorma be ustam. Sanırım ben yolumu kaybettim. Buralarda kalbi kırık bir çoban hikayesi var dediler de...
- Ne yapacaksın ki kalbi kırık çobanın hikayesini?
- Ben öykü yazarım da, belki kurgulayıp, bir kitabıma eklerim dedim. Bilir misin ustam sen bu hikayeyi?

Balyozunun sapına yüklenerek, iki adım arkasına döndü. İki taşın arasındaki ateşin üzerinde, isten kararmış demlik ile, iki küçük çay bardağını çalkaladı. Eli ile, üzerinde kirli bir çul olan taşı göstererek,

- Gel otur dedi, uzakta durma.

Şimdi yanıma oturacak, derin bir nefes çekip, çayını yudumlarken hikayeyi anlatacak diye kayıt cihazımı ve not defterimi açtım.

- Bak genç adam dedi, sağ elinin, baş ve işaret parmaklarıyla sararmış, tozlu bıyıklarını sıvazlarken.

- Ben kırma ustasıyım. Böyle koca koca kayaları kırarım her gün...
- Ne güzel işte, ben de kalbi kırık çoban hikayesini bir kırma ustasından dinle...
- Sen beni hiç anlamadın şehirli diyerek kesti sözümü. Ben ve benim gibi taş kırıcılar, sadece kayaları kırarız buralarda, dilim dilim, dümdüz. Kalp kırmayı da, kalbi kırık insan hikayelerini de siz şehirliler bilirsiniz ancak.

Çay demli, hava sıcak, usta terli, ben kederli, kaldık öyle.

Fotoğraf : Cengiz Karlıova
Öykü : Hüseyin Kekiç / 06.08.2023

İlyas Göçmen - Tomris Sarhan - Manken

İlyas Göçmen

MANKEN

Tren hızla yol alıyordu. Bir ara makas değiştirirken yavaşladı. Bu arada ben ters yönde oturduğum için, karşımda oturan kadının neye bakıp heyecanlanarak bağırdığını anlamamıştım. Tren tekrar hızlanınca çayırda atılmış cansız vitrin mankenini gördüm. Kadıncağız, “Bu benim mankenim, bu benim dükkanımın mankeni” deyip ağlamaya başladı.

Yan tarafta oturan daha genç bir kadın koşarak geldi ve ağlayan kadını sakinleştirmeye çalıştı. Kadıncağız şiddetini artırarak ağlamaya devam etti. Yerimden kalkmak üzereydim ki yardıma gelen kadın, kendini takdim ederek, yanımdaki boş yere ilişerek oturdu. O da ağlamaklı bir durumdaydı. Meğer, bu iki kadın birbirleriyle elti olurlarmış.

Kriz geçirerek ağlayan kadının Bulgaristan'da giysi dükkanı varmış. Dükkanın alt katındaki deposunda, vitrinde sergilemek üzere çeşitli vitrin mankenleri bulunurmuş. Geçtiğimiz çayırda gördüğümüz manken de Aysel hanıma o günleri hatırlatmış.

Şimdi bir otelde temizlik işçisi olarak çalışıyormuş ve bu Aysel hanımın çok ağırına gidiyormuş. Elti olan kadın, daha genç ve hamileydi. Nereden nereye, mübadil olmak çok zor bir olay. İnsanları yerlerinden etmek bence çok kötü bir deneyim. Aysel hanımın iki oğlu da burada teknik üniversiteyi kazanmışlar. Büyük olan Erdal, son sınıfta, küçük olan oğlu da ikinci sınıftaymış. Bana bunları elti olan Mine hanım anlattı. Benim merakla dinlediğimi görünce herhalde açılmak istediler.

Ben o sırada Pendik'te oturuyordum. Onlar da Pendik'ten iki durak sonra ineceklerini söylemişlerdi. Hayatımızda karşılaştığımız bazı olaylar bizlere öylesine tesir ediyor ki üzerinden kaç sene geçse unutamıyoruz.

Fotoğraf : İlyas Göçmen
Öykü : Tomris Sarhan



Buket Özatay - Erhan Demiralp - Pazartesi

Buket Özatay

PAZARTESİ

Dişlerini fırçalarken bir yandan da aynada kendisi ile konuşuyordu.

Yarın farklı olacak, kesinlikle telaş yok. Sabah giyeceklerimi ve çantamı hazırladım. Telefonumun şarjı, tamam. Metro kartım da burada. Yarın farklı olacak, kesinlikle telaş yok.”

Diş fırçasını kutusuna koydu, ağzını çalkaladı, yüzünü yıkadı, havluya kurulandı. Bir kez daha sabah giyeceklerini kontrol ettikten sonra odasına geçti, ışığı kapatıp yatağına uzandı.

İşe başladığından beri, her Pazar akşamı yaşanan bu sahne, artık sıradan bir hale gelmeye başlamıştı ve ah! o Pazartesi sabah koşturmacası. Alel acele giyinmeler, makyaj, hızlıca evden çıkış ve metroya yetişme çabası…

Pek çoğumuzun “Pazartesi Sendromu” olarak adlandırdığı hafta başı stresini, bazı uzmanlar, aslında Pazar gününün “Tatil bitiyor, yarın iş başı” düşüncesi ile huzursuz geçtiğini ifade ediyor.

Freud, bu sendromu değil ama depresyonu, “sevilen değer verilen bir nesnenin kaybı” olarak tanımlamış. Tatil günleri; yoğun ve yorucu iş günlerinden sonra, hepimizin sevdiği, keyfini çıkarmaya çalıştığımız günler değil mi? Pazartesi’nin ardından, hemen Cuma ve Cumartesi günlerinin yetişeceği ve tatile kavuşulacak düşüncesi neyse ki depresyona varmadan, küçük telaşlarla haftaya başlatıyor.

Gözlerini açtı, ani bir refleks ile saate uzandı. Saat, henüz çalmadan, hadi uyan artık demeden kendisi uyanmıştı. İki elini birleştirip, parmaklarını birbirine geçirerek arkasına doğru vücudunu esnetti. Yüzüne bir tebessüm kondurarak, yatağından süzüldü. Elini yüzünü yıkadı, kıyafetlerini giyip, makyajını yaptı. Yüzündeki tebessüm devam ediyordu ve aynaya bakarak, kendisine dün gece verdiği sözü tekrarladı.

Bugün farklı olacak, kesinlikle telaş yok.”

Evet, bugün telaş yoktu. Kişisel disiplinine ve programlarına aksatmadan uyacağı konusunda kendine söz verdi. Çantasını aldı, daire kapısını kilitleyip sokağa çıktı. Metro istasyonu, evine çok yakındı. Yürüyerek istasyona vardı. Tren hareketlerini gösteren elektrikli panoda, gelen tren bir dakika yazıyordu. Her sabah, telaşla koşarak bindiği trenden bir öncekiydi. Yetişmek için koşmaya başladı; ancak bu sefer telaş yoktu! Çevresine şöyle bir bakındı, içinden haykırdı.

Yarınlar farklı olacak!”

Fotoğraf : Buket Özatay
Öykü : Erhan Demiralp / 8 Eylül 2023 Cuma, Üsküdar