Ninem, ara sıra bize bakıp, çocukluğunda yaşadığı kederli hatıralarına dalıp ruhundaki acıların sessizliğinde hemen yanımızda öylece otururdu. Kardeşimle biz, yaptığımız her muziplik, didişme ve önümüzdeki her şeyi oyun olarak görüp kıkırdayarak bitip tükenmeyen yaramazlıklarla olabildiğince eğlenirken, ninemin aklında kalan acı anıların altında daralan zayıf yüreği bizimle birlikte ferahlayıp, o da canlanıyordu.
Bazen iyice azar, annemi çileden çıkarır, süpürgenin sapıyla bir güzel dayak yerdik. O yüzden sabır sularının tehlikeli sınırına yaklaştığımızda, süpürgeyi ayağımızın altına alarak, dayak yemeyi bir süre ertelemeyi başarırdık. Süpürgenin üzerine sırayla oturarak, kendi kendimize bir oyun icat etsek de önünde sonunda o süpürgenin sırtımızda paralanmasına engel olamazdık.
Elimizde avucumuzda hiçbir şey olmamasına rağmen, biz çocuklara her şeyimiz varmış gibi gelirdi. Babam nasıl yapardı bilemem ama bir şekilde, tencerede kaynatılacak bir iki patates, soğan veya birkaç avuç bulguru anneme teslim eder, tencereyi kaynatacak, karnımızı doyuracak kadar tatsız tuzsuz bir aşımız olurdu. Sonunda, tencerenin dibinde kalan yemek artığı yağa, elimizde kalan ekmek parçalarını banmak için kardeşimle kapışır, 'sen bandın, ben bandım' derken o kadarcık yemek artığının tadını bine katlardık.
Biz bunları yaparken, bulanık gören gözleri, duymayan kulağı ile bizi izleyen ninem, bir süre gülümser, sonra sanki bir dağı aşmış gibi bedenine çöken yorgunlukla yine kendi iç dünyasına dalardı.
Ninem bazen konuşur, uslu durmamız için çocukluğuna ait anılarını anlatır, sonunda bizim ne kadar şanslı çocuklar olduğumuzu söylerdi. Şimdi düşünüyorum da, eski çadırın altında kıt kanaat yaşamda ne bulursak onları yer, yağmur yağmazsa çadırın yanındaki iki taş arasına koyduğumuz çalı çırpıyı yakarak çorbamızı kaynatırdık. Sefalet dünyasının dibini yaşarken ninemin şanstan bahsetmesini anlayamıyordum. İçecek temiz su bulmak her zaman mümkün olmadığı gibi, nadiren bazen azıcık ılınmış suyla yıkanabilirdik.
Ninem, belki de bu şehrin fakir mahallesinde yaşadığımız, babamın az da olsa yiyecek bulmasını, anamızın dizinin dibinde iki sevimli afacan kardeş olmamızı şans olarak görüyordu. Öyle ya, ninem köyde yalnız kalınca, babam onu yanımıza aldığı zaman, ilk defa bir şehri görmüştü. Yoksul bir köyde doğmuş, birçok kardeşi daha bebekken ölmüş, kalan birkaç kardeşten erkek olanlar büyüyünce çalışmak için sılaya gitmiş, kızlar küçük büyük demeyip, kocaya verilip evden uçurulmuş, kayıp hayatlara karışıp gitmişlerdi. Anası genç yaşta çökmüş, babası ise hastalıklardan yakasını kurtaramamıştı.
Ninem gelin gittiği fakirhanede de çok çile çekmiş, kaynana zulmü, koca eziyeti başından eksik olmamıştı. Bütün bunları düşününce ana babamın varlığı, iyi kötü sağlıklı iki kardeş olarak nineme göre çok mutlu ve şanslı sayılırdık.
O zamanlar çok şeyimiz yokmuş ama bol bol hiçbir şeyimiz varmış. Elimizde o zamanlar hiç tükenmeyen çocukluğumuzun mutluluğu...
Fotoğraf : Erdal Yazıcı Öykü : Hasan Çalıkuşu
Kutlarım Hasan pek güzel 😊
Yorum yaparken:1. Yaptığınız yorumun, mutlaka konuyla ilgili olmasına özen gösteriniz.2. İsim ve Soy ismi yazmayı unutmayınız.3. Konuyla ilgili olmayan sorularınız için lütfen iletişim formunu kullanınız.© Onanafod Blogunda yayınlanan tüm fotoğraf ve yazıların telif hakları, Onanafod blogu sanal yayını, tanıtımı, kitapları dışında fotoğrafçıya ve yazara aittir.
Kutlarım Hasan pek güzel 😊
YanıtlaSil