Randevu saatine yetişmek için erken saatte kamyonun başına gitti. Kaputu açıp, motorun yağını ve suyunu kontrol etti. Motorun kayışı eskimişti. Artık değiştirilmesi gerekiyordu. Tekerlekleri kontrol etti. Lastiklerin dişleri kısalmıştı. Bir aya lastikleri değiştirmek gerekecekti. Sol arka tekerleğin havası biraz inmişti. Yola çıkmadan önce benzinciye uğraması gerekiyordu.
İstanbul’a, Anadolu yakasındaki Sabiha Gökçen Havaalanı’nın yakınına gitmesi gerekiyordu. Çerkezköy’den epey mesafe vardı. İstanbul’un trafiği bir başkaydı. Tekirdağ’ınkine benzemezdi. Erken yola çıkması gerekiyordu.
Sabah geç olmamasına rağmen, trafik kendini epey hissettiriyordu. İki saati geçmişti. Sonunda ikinci köprü yoluna girmişti. Trafiğin ağır temposunda gözü köprünün kulelerine takıldı. Ne kadar yüksek yapmışlar diye düşündü. Kim bilir ne kadar uzun sürmüştür bu kuleleri dikmeleri. Ne de olsa koca iki kıtayı birleştiren ikinci köprüydü. Ancak böyle bir köprü Avrupa ile Anadolu’yu* bir araya getirebilirdi. Köprü üzerine çıktığında boğazın manzarasını iyi görmek için camını açtı. Güneşliğe sıkıştırdığı buruşmuş sigara paketine uzandı. Pencereden şoför kabininin içine dolan boğaz rüzgarının ferahlatıcı havası, sabah İstanbul’un trafiğindeki ilk yorgunluğu alıp götürmüştü. Sigarasını yaktı ve boğazın kıyısındaki yalılara bakarak, derin bir nefes çekti. Sanki o yalılardan birinin bahçesinde, denize karşı oturmuş, cigarasının keyfini çıkarıyordu.
Köprüyü geçerken trafik bir nebze rahatladı. Havaalanına yaklaşana kadar yolda pek tatsızlık yaşamadı. Yolda yavaşladığı bir ara, adrese baktı. Sonra otobandan çıkıp, önce yan yola girdi. Daha sonra da ara sokaklarda yol almaya başladı.
Kepenkleri yeni açılmış bir deponun kapısının önüne kamyonu çekti. Kepengi açık büyük kapıdan içeri adımını attı. “Selamünaleyküm. Ben malların nakli için geldim.” İçeride çalışan adamlardan biri, ellerini bir bez parçasına sile sile öne çıkarak, şoföre yaklaştı.
“Abi, sen hangi malları almaya gelmiştin? Beykoz’a mı götüreceksin?” “Yok, yeğenim. Ben Çorlu’ya gideceğim. Kağıtlar da burada” diyerek, sipariş belgelerini adama doğru uzattı.
Elindeki kirli bezi arka cebine sıkıştıran adam, sipariş dökümünün sayfalarına baktı.
“Abi, bu büyük sevkiyattı. Bildim. Ama malzemelerin hepsi hazır olmayabilir.” “Yeğenim, bana bugün siparişi alacaksın dediler. Sabahtan gidip al gel dediler. Gerisini bilmem. Öğleye malların yüklenmesi lazım. Akşama Çorlu’da olmam lazım. Yoksa beni zora sokarsın.” “Abi, tamam. Ben bizim şefle görüşeyim. Sana bir çay ısmarlayayım. Gel, otur şöyle” diyerek evraklar elinde içeriye gitti.
Fazla geçmeden bir kamyonet yanaştı kamyonunun yanına. İçeriden iki kişi indi. Depoda biraz önce görüştüğü görevli, arkadaki camlı ofisten çıktı. Kamyonetten inen iki kişiyle el sıkıştı. Depodaki çalışanlarına seslenerek el işareti yaptı. Adamlar az önce gelen kamyonete malları yüklemeye başladılar.
Çayını bitireli kısa bir zaman geçmişti. Ayağa kalktı. Deponun arkasındaki ofise ilerledi. Geldiğinde ilk ilgilenen adam, ofise ilerleyen kamyon şoförünü izlemeye başladı. Başını çevirmedi. Ofise doğru devam etti. İzlendiğini biliyordu. Ofisin kapısına yaklaşırken sigara kokusunu aldı. Kapıdan içeri adımını attı.
“Kolay gelsin. Deponun şefi sen miydin?” “Merhaba Abi” diyerek ayağa kalktı ve devam etti, “Senin malzemeleri az sonra yükleyeceğiz. Şimdi senden önce ayarladığımız şu kamyonet var. Onu yükleyelim. Sonra hemen senin işi halledeceğiz.”
Şoför kepenkli kapıya kadar yürüdü. Telefonunu cebinden çıkardı ve arama düğmesine bastı.
“Murat Bey, sizin verdiğiniz adresteyim. Ancak yüklemeyi halen yapmadılar. Öğlen oldu. Eğer akşam sizin mağazanın kapanışına yetişemezsem, yarın sabah teslimi yapmak zorunda kalırım. O zaman da nakliye için ikinci gün parası ödemek zorunda kalırsınız” diye konuştuktan sonra telefon görüşmesi sakin ve çabuk bitti.
Gözlerini depodaki sorumluya ve şefin ofisine çevirdi. Şefin telefonu çaldı. Tatsız bir telefon görüşmesi oldu. Şef, telefon kapanır kapanmaz çalışanların yarısını kamyona yüklenecek malların yüklenmesi için görevlendirdi.
Buruşuk sigara paketini cebinden çıkardı. Bir sigara yaktı. “Yeğenim, bir çay daha versene” diye seslendi.
Kamyonun yüklenmesi, öğle yemeği sonrasında tamamlandı ve irsaliye evraklarını imzalayıp, kontağı çevirdi. Artık Çorlu yoluna çıkıyordu. Otobana çıktı. Henüz akşamüstü trafiği başlamamıştı. Bir süre sonra köprü yoluna girdi. Yine geldiği ikinci köprüden geçiyordu. Hemen penceresini açtı. Boğazın esintisi şoför mahalini doldurdu.
Köprüden geçerken, bir günde iki kıta arasında gidip geldim. Nasıl bir şehir burası. Hadi, ben ayda yılda bir sevkiyat için geçiyorum. Ama buradaki insanlar her gün iki kıta arasında mekik dokuyor. Nasıl bir diyar. İstanbul’da yaşayanlara bir lütuf mudur, yoksa bir ıstırap mı diye düşündü. Artık derdi Çorlu’daki mağazaya kapanmadan yetişmekti. Zaman kaybetmeden yetişmeliydi. İki kıta arasında yaşayanların yaşamlarını, keyiflerini ve dertlerini unutup yoluna devam etti.
Not: (*) Asya kıtası yerine, Anadolu olarak yazılmıştır. Kamyon şoförünün düşüncesi yansıtılmıştır.
Fotoğraf : Halil Nadir Ede Öykü : Kaan Aksoy
Yorum yaparken:1. Yaptığınız yorumun, mutlaka konuyla ilgili olmasına özen gösteriniz.2. İsim ve Soy ismi yazmayı unutmayınız.3. Konuyla ilgili olmayan sorularınız için lütfen iletişim formunu kullanınız.© Onanafod Blogunda yayınlanan tüm fotoğraf ve yazıların telif hakları, Onanafod blogu sanal yayını, tanıtımı, kitapları dışında fotoğrafçıya ve yazara aittir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yaparken:
1. Yaptığınız yorumun, mutlaka konuyla ilgili olmasına özen gösteriniz.
2. İsim ve Soy ismi yazmayı unutmayınız.
3. Konuyla ilgili olmayan sorularınız için lütfen iletişim formunu kullanınız.
© Onanafod Blogunda yayınlanan tüm fotoğraf ve yazıların telif hakları, Onanafod blogu sanal yayını, tanıtımı, kitapları dışında fotoğrafçıya ve yazara aittir.