Ahmet Sel - Serra Kemmer - Moda'lı Melih Bey

Ahmet Sel

MODA'LI MELİH BEY

Moda’lıyım. Eczacıyım. Keman virtüözü olmak istedim. Eczacı oldum. Bir Ayşe’m var, bir de canım oğlum Aliş’im. Babadan kalma bir dükkanım var. Birkaç tane de şiir kitabım, gece yarıları evden koşa koşa gelip, dükkanda yazdığım. Çünkü mor mürekkepli dolma kalemim hep dükkanda durur. Neler gördüm neler geçirdim bu küçücük kocaman dükkanımda bilemezsiniz. Orada hazırlandım yaşamaya. Ve yaşadım da dolu dolu.

Kulis dediğim bir arka odam vardır. Orada ne ilaçlar hazırladım, ne güzel dostlar ağırladım yıllarca. Dünyanın en güzel müziğini de orada dinledim. Bilumum zehirli maddeleri okşaya, seve, koklaya insana şifa olacak hale getirdim. Bazen de hayvanlara şifa oldu hazırladığım ilaçlar. Şimdiki eczaneler birer kozmetik salonu olmuş diyorlar. Kremler hazır geliyormuş. Şimdi ne haldeler pek bilmiyorum, bakmıyorum geçerken, ama bir zamanlar eczaneler oyuncakçı dükkanına dönmüştü gerçekten. O hallerini gördüm, biliyorum. Ama artık doğrusu pek olan bitenle ilgilenmiyorum. Yüreğim dayanmıyor. 

Benim eczanem, eczane gibi eczanedir, eczadan başka bir şey sokmam içeri, dostlar hariç, Beethoven hariç. Onların her zaman başımın üstünde yeri var. Tozlarımı karıştırıp çoğu ilaçları taze taze yaparım. Fakültede öğrendiğim gibi titizlikle hazırlarım hepsini. Şişeye koyar bir de babadan kalma eczane mührümüzü basarım kapağına. İşte o an değmeyin keyfime. Kalbimin gümlemesini duyarım. İlacımı en iyi şekilde hazırladığımı hücrelerime kadar hissederim. Gururlanırım. İlacını gelip alamayan hastama da akşamları eve giderken bırakıveririm. Çünkü bilirim, ilaç tek başına yetmez iyileştirmeye insanı, gözlerinin içine bakarak, sımsıcak pamuk ellerle tutup hastanın ellerini, avucuna yerleştirmek lazımdır ilaç şişesini. 

Bizim Moda küçüktür, herkes birbirini tanır. Bir dost semtidir Moda. Şimdi biraz karıştı diyorlar. Bilmiyorum. Bana halen gelen geçen uğrar, hatırımı sorar. Dostlar gelir, dolup taşar kulisim, eczane saati bittikten sonra. Seyirciler dağılmış, perde kapanmıştır artık. Arkada kulisimize çekilir, söyleşir dertleşiriz. Bazen geç vakte kadar kalırım orada. Chopin’i dinlerim, Rachmaninov ile sohbet ederim. Mor mürekkepli dolma kalemim hep elimdedir, çünkü biliyorum en güzel o üç dizeyi halen yazamadım. Büyükada’da o sabah erken saatte aklıma düşen o üç dizeyi….

Bir gün yazacağım o üç dizeyi.
Ben yazamasam bile yazılacak o üç dize.
Kulağına fısıldadım Aliş’imin.
O biliyor.
Bir gün mutlaka yazılacak.

Fotoğraf : Ahmet Sel
Öykü : Serra Kemmer




 

Emrullah Eyvallah - Erhan Demiralp - An

Emrullah Eyvallah

AN

Sarı saçları ışık saçan kadın, öğlen güneşinin rehaveti ile bu sakin köşede kendisine ait zamanın keyfini çıkarıyordu. Aynasını eline alıp hafif bir gülümsemeyle iç geçirdi. Aynaya bir daha baktı, doğal güzelliğine hayranlığını başını sallayarak onayladı. İçindeki huzur ve mutlu yaşantısı, onun en değerli güzellik kaynağıydı.

Aynası, gözlerinin altını ve alnındaki kırışıkları yansıtsa da her yaşını, keyfini sürerek mutlulukla geçirmişti. Zamanın geçişini kabul etmişti. Yaş almanın; deneyimleri, kazanımları, güzelliğinden çok daha fazla duygular ifade ediyordu. Bulunduğu anı, yaşaması gerektiğini annesi öğütlemiş, sorumluluklarının bilinci ile ilke edinmişti.

Etrafından geçen insanlara baktı. Herkesin kendine göre bir derdi, bir sıkıntısı vardı. Ekonominin durumu, akaryakıta gelen zamlar, dünyanın içinde bulunduğu kaos gibi konular, onun da zihnini kurcalıyordu. Kadın, bu sıkıntıları kendi içinde hissetmeden edemezdi, ancak bu sıkıntıların onu ilkelerinden saptırmasına izin vermedi. O, bu konulara takılmak yerine, bu anı yaşamaya odaklıydı. Bu an, onun için bir hediyeydi ve bu hediyeyi en iyi şekilde değerlendirmeliydi.

Kadın, aynaya tekrar baktı. Kendini daha önce hiç bu kadar güzel hissetmemişti. İçindeki huzur ve mutluluk, yüzüne yansımıştı. Aynadan gözlerini ayırıp, başını gökyüzüne kaldırdı. Güneş parlıyordu, hava tertemiz ve serindi. Kadın, derin bir nefes aldı ve gülümsedi. Bu gülümsemede, geçmişin deneyimleri, bugünün mutluluğu, yarının umutları vardı.

Kendi kendine şöyle dedi:

"Hayat, güzelliklerle dolu bir yer. Yeter ki onları görmek isteyelim. Dışarıda, umutsuzluk ve karamsarlık var. Ancak, ben bunlara odaklanmayacağım. Ben, güzelliklere odaklanacağım. Kendimi ve hayatı seveceğim. Çünkü, ben bunu hak ediyorum."


Fotoğraf : Emrullah Eyvallah
Öykü : Erhan Demiralp / 17 Eylül 2023 Pazar, Üsküdar 

Eser Paşa - Baytekin Kara - Bacası Dumanlı Ev

Eser Paşa

BACASI DUMANLI EV

Kaçamaklarım. Benim küçük kaçamaklarım. Yok oluvermek çok kolay. Evin yan tarafındaki kanatlıdan bahçelerin başladığı, hemen ilerisinde bağların yer aldığı, derinliklerde göz açıp kapayıncaya kadar kayboluveririm.

Büyümeme hakaret geliyor, babannemin eli belinde tın tın hissettirmemeye çalışarak beni takip etmeleri.

Yahu bu nedir böyle başıma gelen, okuldan gelir gelmez, bir gölge oluşuyor sanki yanıbaşımda, ayrılmaz bir parçam, karşı mahallenin çocuklarıyla futbol maçı yaparken benimle, öze çimmeye giderken benimle, çelik çomak oynamalarımızda benimle, çember çevirmelerimizde benimle, misket artırmalarımızda benimle, aşık atmalarımızda benimle.

Bu ne ya, hiç büyüyemiyecekmiyim ben?

Yalnızlığıma sığınmak, gölgemden kurtuluşun bir yolu. Seviyorum kendimle başbaşa zamanları. Kendi kendime olmaların ev halinde kitaplar, her zaman yoldaşım. Evde çok kitap var. Kalınlar çok sevimli, beni sarıp sarmalayan değiller. Olsun, birkaç sayfasından sonra beni içine çekenler de az değil.

Sokak hali, başka koşuşturmalar. Önce bahçeden geçiş, bağ yollarından devam, şimşirin yol ayrımından sağa, mezarlığın üstü, kasabamızın tepelerinden biri. Bir yanı mezarlığa doğru, bir yanı kasabaya bakar. Mezarlık tarafında çok seyirlik yok. Kasaba tarafını seviyorum.

Yere yüzükoyun uzanıp, elleri çene altına alarak, çimenlere uzanarak, kasabayı gözetlemek müthiş keyifli. Her gün yeni bir keşfin peşinde koşmak. Keşfettiklerinin izini sürmek, tekrar tekrar aynı şeyin peşinde farklı yerlerde koşturmak. Ben bu dolaşmaların, bu yolculukların hastasıyım.

Bugün sarı sıcak günüm. Bakalım bakacağımdaki yüzlerce pencereden hangisi ilk sarı sıcaklaşacak. Mevsim sonbahar, akşam üzerleri serinleşiyor ve dumanlar tütmeye başlıyor bacalardan. Bugün şanşlıyım, mevsimin etkisiyle kavak ağaçlarının sararmaya başlayan yaprakları üzerinde ters ışık var, oluşan ve her an değişen renkler eşlik edecek ilk sarı sıcak pencereme.

Sağdaki ev kerpiç Mehmet'lerin, yanındaki ev Ilımış'ların, hemen önünde gözüken şarhoş Vehbi'lerin. Aysel ablaların pencereleri gözükmüyor.

Günün bu saatlerinde burada olmak, ters ışığın ortaya çıkardığı renk cümbüşünü izlemek, yansımalarını takip etmek, hemen hemen her gün gördüğün genel görüntünün özel anlarına şahit olmak, büyük bir keyif. Anların tadına varmak bu olsa gerek. Biliyorum, en geç beş on dakika sonra, görebildildiklerimi artık göremeyeceğim. Yarın göreceklerim de bugünkünden farklı olacak.

Bakın, bakın Tokurun Ahmet'in evin pencerelerinin en sağındakinde sarı sıcak oluşmaya başladı. Tokurun Ahmet'in, karısı Aysel'e sevdası dillere destan. Sarı sıcak pencereler, o evin yaşanmışlıklarının da aynası gibidir.

Eminim yarın başka evin penceresi ilk sarı sıcaklaşacak.


Fotoğraf : Eser Paşa
Öykü : Baytekin Kara – 17.11.2023

Galip Çetiner - Hasan Çalıkuşu - Beni Anlamalısın

Galip Çetiner

BENİ ANLAMALISIN

Sen, beni anlamalısın.

Renklerimden arınacağım. Karanlık dünyalara göç edeceğim yakında. Sonsuz denizlerin karanlık kuyularına. Kaybolan sadece rengim mi olacak zannediyorsun? Benim sıcaklığımı, güzelliğimi, sevgimi de kaybedeceksin, yalnızlığın soğuk rüzgarlarında.

Seni benden uzaklaştırmak veya kendimi unutturmak değil niyetim. Sana ilgisiz görünmek de istemiyorum. Bana bir süre yaklaşmak, dokunmak, hissetmek istemezsin diye düşünüyorum. Kalp kırıklığı, soğukluk, küslük de değil, yeniden kendim olma istediğimdir bütün arzum.

Artık rahat bırak beni, ilgilenme. Solan renklerimden arınmak, sessiz, kımıldamadan durmak, gözlerimi kapamak, susmak, kaybolmak istiyorum. Ne seni ne de senden öncekileri, hatta senden sonra ne olacak, kimler gelecek, onları bile düşünmeden karanlık gölgemde oturmak istiyorum.

Ben köklerimle, tanrı Adonis’in kollarında, onunla birlikte rüyalarda, karanlıklar ülkesinde yaşamak arzusundayım. Hiç umurumda bile değil, isterse alıp götürsün beni yedi kat yeraltına, tanrıça Persophone’nin huzuruna.

Beni anlamalısın, renk ve ışık peşinde koşan ölümlü. Hep kamaştırıcı ışıklarda, en güzel rengimde, en zarif anımda beni defalarca yakaladın ve hala yakalamak istiyorsun. Ama neden? Sen değil misin beni karanlık kutuların içinde saklayan, sana en şuh bakışlarımı resmeden? Yetmedi mi? Hep o halde kalmam mümkün mü? Bak yine o gün geldi, karanlıklara yürüyorum kendi irademle.

Şimdi beklemeyi öğreneceksin sabırla. Afrodit nasıl pişman olduysa yaptığı hatanın bedelini ödemeye, sen de beklemeyi öğreneceksin. O anı bekleyeceksin. Sana bahşedilen fırsatı kaçırmadan büyük bir sabırla ve istekle.

Yanlış anlama ama sonsuz bir kalıcılığa gelmiyorum. Sana bir süreliğine misafir olacağım. Büyük bir aşkla Adonis’in yeryüzüne dönmesini bekleyen tanrıçalar gibi o anı bekle. Gölgeler kısalmaya, ışık çoğalmaya başlayınca işte o zaman, bir sabah yıldızının kuyruğundan ben de düşeceğim yeryüzüne.

Kuruyan gövdeme tatlı su perileri konacak ve renklerim geri gelmeye başlayacak. Kararmış gövdemdeki çatlak elbisemi atacağım üzerimden. Tatlı ılık sabah rüzgarında dallarım filizlenecek, yeşil tomurcuklar çıkacak ve hızla büyüyecek. Yapraklarım kıvrıla kıvrıla kısa sürede bütün gövdemi saracak. Sunacağım sana kendimi ve zümrüt zarafetimi. Arkasından aradığın bütün renkler güneş ışığı ile birlikte çiçeklerle, kuşlarla, böceklerle gelecek, değişe değişe gözlerinin önüne serilecek.

Ama unutma ölümlü, bu güzelliklerin hepsi sadece bir an sunulacak. Tekrarı yok bu enstantanenin. Bu güzelliği sunan tanrıçalar adına benim de zamanım kısıtlı. Sana ayrılan süreyi hoyratça harcama. Işığın ve gölgenin, rengin ve o anın kıymetini bil.


Fotoğraf : Galip Çetiner
Yazı : Hasan Çalıkuşu